top of page

Bir Yıl,
Onlarca Sekme!

- YEŞİM ÖZŞEN ŞAYAN -

Sekme Yayın Kurulu Adına

Ve Sekme Dergi 1 yaşında! Bu 1 yılına ise 6 birbirinden kıymetli sayı, onlarca içerik, onlarca soru, belki birkaç cevap ve umuyoruz ki bilgisayarlarımıza onlarca yeni sekme sığdırdı. Tüm bu süreçte, hem Sekme’nin hem de tüm bu içeriklerin izler-dinler kitle ile buluşabilme hayalinde yer alan herkese koca bir teşekkür ve affınıza sığınarak koca bir alkış.

 

Sekme Dergi’yi hayal etmeye başladığımızdan beri dergide kişilerin yanı sıra ekip, topluluklarla da bir araya gelmeyi istedik. İlk sayıdan bu yana içeriklerimizde, 5. sayımızda dosya editörümüz ile topluluklarla bir araya gelme fırsatı yakaladık. Şimdi 6. sayımızın tema içerikleri ise toplulukların bir araya gelmesiyle oluştu. Bilgi ve medya ekosisteminde farklı alanlardaki sorunlara yenilikçi çözümler geliştiren toplulukları bir araya getiren

Factory, bu sayıda “bilgi” kavramını merkeze alarak, topluluğundaki topluluklar ile sorunları, alternatif çözüm önerilerini irdeledi. İnsanlık olarak “bilgi” kavramı ile bitmek bilmeyen sorunlarımız belki yakın gelecekte de ortadan kalkmayacak ancak bu, sorunları konuşmamıza ve çözümler geliştirmemize engel değil. Birbirinden farklı toplulukların bu sorunlar için çözüm arzuları ve bir araya gelişi bile gelecek için umutlu olmamıza yeterli bir sebep. Cevaplardan çok soru ve sorunlarla ayrılacağımız, Alt-Sekme içerikleri ile zihnimizdeki bu karışıklıktan kısa bir süre uzaklaşacağımız yeni bir Sekme’ye hoş geldiniz!

Yeşim Özşen Şayan

Bu sayıyı ortak sorunlar etrafında bir araya gelmiş; bilgi ekosistemine dair benzer hayalleri ve müşterek dertleri olan bir topluluk hazırladı. Temayı “bilgi” olarak belirledik, çünkü ortak uğraşımız, derdimiz bu. Onunla karşılaşma deneyimini hepimiz için iyileştirmek istiyoruz, bizi bir araya getiren de bu iradenin kendiydi.

 

Bilgiyle ilişkimizi etkileyen, belirleyen çokça şey var. Bilginin hangi tarihsel koşullarda, neden ve nasıl üretildiği, niteliği, nasıl artiküle edildiği, hangi araçla veya nasıl bir ortamda aktarıldığı, bilgiyle karşılaşma anımızda onu nasıl kavradığımız ve o kavrayışla nasıl eylemlilikte bulunduğumuz… Bu aşamaların her birinde farklı türden sorunlar, onları besleyen kök sebepler var.

 

“Bilinç sahibi” bir türüz; ancak bu bilgiyle ilişkimizin harika olduğu anlamına gelmiyor. Yukarıdaki etmenlerin hemen tümünde sık sık türlü aksaklıklar ya da “bozukluklar” yaşanıyor. Bu sorunları bugünden yarına çözemeyeceğimizi, dahası çözmeye çalışırken hesaba katmadığımız şeylerin ortaya çıkabileceğini, yolda yeniden ve yeniden öğrenmek, denemek zorunda kalacağımızı öngörmek zor olmasa gerek. Bir "hayal dünyasında” yaşamamakla birlikte, sorunlar ne kadar karmaşık, çözemeyecekmişiz kadar büyük görünse de, istediğimiz dünyayı kurmaya yeltenme cesaretini kıymetli buluyorum.

 

Bu sayıda topluluk olarak bilgi dünyasına dair dertleri anlatmak, olası çözümleri, ihtimalleri kendi perspektiflerimizden göstermek istedik. Sayının ilk bölümünde daha ziyade sorunlar, ikinci bölümde ise olası çözümlerin izlerini bulacaksınız.

 

Sorunlar var oldukça onları dile getirenler, çözümün talipleri de olacaktır diye düşünüyorum, dahası buna inanıyorum.

 

Sonuna kadar gittiğinizde, daha umutlu bir halin imkanına da.

 

Selin

Editörden

- FACTORY ADINA SELİN YILDIZ -

Factory

- FİKRİTAKİP ADINA 
  NİDA DİNÇTÜRK VE TANSEL ERDEM YILMAZ -

fikritakip.jpg

Birçok tanımla tarif edebildiğimiz “bilgi” kavramı aynı zamanda birçok ögeyle var olur. Bütünsellik, bu anlamda bilgi edinme sürecinde oldukça kıymetlidir. Birikimlerle, araştırmalarla edinilen bilgiyi bir zincir gibi düşünürsek, bu zincirden bir ya da birkaç halkanın eksilmesi hikayenin tamamını değiştirebilir, bilgiyi manipüle edebilir, gerçekleri saptırabilir. Bu yüzden sansür, tek boyutlu bir müdahale değildir. Sadece ortadan kaldırılan bilgiye değil, o bilginin parçası olduğu hikayenin tamamına zarar verir.

 

Fikri takip, habercilik süreçlerinden biri olarak tanımlansa da aslında her türlü bilgi için bütünsellik, haliyle fikri takip, önemlidir. “Hikayedeki boşluklar bize ne anlatır?” adını verdiğimiz bu podcast’te gazetecilikteki fikri takip sürecinden ilham alarak sizin için bir tür deneyim hazırladık. Bir hikayede sizin yokluğunu belki de hiç hissedemeyeceğiniz boşluklar; aslında size ne anlatır ve hikayeyi nasıl dönüştürür, anlamanıza yardımcı olmak istiyoruz. “Hikayedeki boşluklar bize ne anlatır?” ile sizi bir tür bilgi “edinememe” deneyimine davet ediyoruz.

fikritakip

Hikayedeki Boşluklar Bize Ne Anlatır?

“Düşünüyorum,
O Halde Neden
Yok Oluşun
Eşiğindeyim?’’

- İKLİM GAZETESİ ADINA 
  MERVE KARA KAŞKA -

-Hayır iklim krizi Sanayi Devrimi ile başlamadı.

 

-Evet sera gazlarının atmosferde birikmeye başlaması açısından Sanayi Devrimi önemli bir kırılımdı ama Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi için olgunlaşmış düşünceler ve hayaller gerekliydi.

 

Bu yüzden iklim krizinden bahsederken; Descartes’ın insan ve doğa arasında kalın bir sınır çektiği, düşünceyi varlığın temeline oturtup insan dışı tüm varlıkları nesneleştirdiği dualist felsefesi gibi felsefi kırılımlardan da bahsetmemiz gerekiyor.

 

Merak etmeyin bu yazı bu kırılımları tartışmıyor.

 

Biz bu tartışmaları iklim gazetesi’nin tohumlarına gizledik. Toprağın altında kök salmaya devam ediyorlar. Nazik dallarına ve yapraklarına rengini ve şeklini veriyorlar.

 

Çünkü Sanayi Devrimi günümüzde türlü metaforlarla hala devam ediyor. Sanayiyi içselleştirip doğayı dışsallaştıran söylem bombardımanıyla günlerimiz hatta yıllarımız geçiyor.

 

Bu gazetecilik başarısızlığı, kamuoyunda korkunç bir bilgisizliğe yol açıyor ve bu da politikacıların ve şirketlerin bu dışsallaştırmayı sürdürerek eylemden kaçınmasını meşrulaştırıyor.

 

Bunun bir sonucu olarak da iklim aciliyetinin rengi, sarıdan kırmızıya dönüyor.

 

Ekonomi alarm veriyor, balıklar alarm veriyor, altyapı alarm veriyor, ormanlar alarm veriyor, yerlerinden edilen yaşamlar alarm veriyor.

 

Doğru bilgiye ulaşmak için önce tüm bu sesleri anlamlandırmamız gerekiyor.

 

Bunu yaparken de önce doğayı dışsallaştıran seslerin ağırlığını dengelememiz gerekiyor. Çünkü bu söylemler de "nötr" değiller, bilakis yaşama karşı önyargılarla dolular.

 

İklim gazetesi; iklim krizini derinleştiren bu söylemleri, insanı tepeye oturtan hiyerarşik anlayışı sorunsallaştıran kişi, fikir, oluşum, akım, sanat eseri, iş ve diğer şeyleri konu alıyor.

 

Bunlara çözüm hikayeleri diyoruz.

 

Gazetecilik de alarm veriyor.

 

Tüm bu bilgi kaosu içinde iklim krizinin aciliyetini yansıtacak doğru, veriye dayalı, anlaşılır, zamanı yavaşlatabilen ve sürdürülebilir bir yayıncılık anlayışı geliştiriyoruz.

 

Ama bir gazete olarak bizim de sınırlarımız var. Çünkü gazeteler gerçekleri yayımlarlar. İşe daha iyi bir yaşam hayali kurarak başlasak da, hayallerimiz okurlarımızla düzenli paylaştığımız şeyler arasında değil.

 

Hayallerini ifade etmek konusunda bizden daha özgür olduğunu bildiğimiz kişilerse sanatçılar.

 

Bu yüzden kadrajımızı özünde benzer soruları sorduğumuz Avustralyalı bir sanatçı olan Madeleine Kelly’ye çeviriyoruz.

 

Kelly ile insan merkezli perspektifin dilde sebep olduğu adaletsizliklerle mücadele eden bir grupta, kuşlar ve dil tartışmalarına öncülük etmesiyle tanıştık.

 

Daha önce 2018 İstanbul Bienali’ne katıldığını da öğrendik.

 

Kelly ile insan ve insan dışı yaşamın ilişkisini yeniden düşünmek üzere bir röportaj yaptık:

Madeleine Kelly: ‘Resimler insan dışı varlıkların haklarını ön plana çıkarabilir’

 

İnsanlığın insan dışı yaşamla ilişkisine odaklanan bir sanatçı olarak; insanlığın, insan dışı yaşamla ilgili insan merkezli bilgisi sorununa nasıl yaklaşıyorsunuz?

İnsan dışı yaşam bir gizem olabilir, ancak tüm dil ve bilginin başladığı yer doğadır. Kültürde olduğu gibi doğada da bir değiş tokuş olur ve anlam kurulur.

 

Örneğin, insanın kuşların dilini okuma, kuşları kendi dilleri olarak bilme arzusu, dilsel benzerliklerimizden doğmuş olabilir: Kuş sesleri ve insan sesleri havada ve karada hareket eder; yer, gök ve aradaki her şeye aracılık eder ve onlar tarafından aracılık edilirler.

 

Sanat, insan dışı yaşam hakkında bildiklerimiz ve bilmediklerimiz arasındaki kesişimleri iletmek için iyi bir yerde duruyor.

Rock Poem (2013) ve Lie in Wait (2020) gibi bazı çalışmalarınız dillerin materyalitesi sorununu kavramsallaştırmamıza yardımcı oluyor. Bu soruyu, özellikle de insanlığın doğayla olan ilişkisi bağlamında nasıl ele alıyorsunuz?

Rock Poem, kelimeleri taş ortamında somutlaştırarak bilgi, dil ve malzemenin karşılıklı ilişkisini öneriyor. Metaforik sürüklenme ve yansımanın (onomotofeya) yanı sıra bilginin yaratılması ve yok edilmesini öneriyorlar.

 

Proje, taşlar için sahil taraması yapıldığında başladı, sadece belirgin bir kuvars çizgisine sahip olanlar seçildi. Taşın biçimiyle birleşen bu çizgi yasası, sembolik göndermeleri -kelimeleri ve onların parçalarını- kavramak için kullanıldı.

 

İçerikleri ve süreçleri bir tür sabotajdı. Kırma işlemi sırasında yanlış yazılmış kelimeler ortaya çıktı ve beklenmedik parçalarla birleşerek yeni anlamlar önerdiler.

 

Resimlerim de bir yaratım ve yıkım döngüsü içinde bir araya geliyor. Bu canlılık, resmin öz-eyleminin mecazı. Nasıl ki Rock Poem bir maddi düşünce biçimiyse, canlı maddeye içkin bekleyen bir biçim vardır.
 

Lie in Wait adlı resmimin başlığı, tüm görüntülerin bulunmayı beklediği fikrini önermek içindi. Esere ismini veren 1807 yılına ait aşk romanı Seçmeli Yakınlıklarda şair-bilim insanı Goethe;  malzemelerin çekerek, ele geçirerek, yok ederek, yutarak, tüketerek nasıl birbirini aradığını ve ortaya çıkardığını ele alıyor.

 

Sanatçılar ve eserler arasındaki yapısal bağlantı, yeni organizasyon kalıpları, radikal ilişki setleri ve gezegene bakmak için yeni lensler üretebilen bir poiesis* yaratır.

 

“Animizm”e yönelik modernist yaklaşımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hareketli bir nesne fikri, canlı eser fikriyle yakından bağlantılıdır. Animasyonlu nesneleri mizahi buluyorum, ancak canlılık - sanat eserlerinin yaratıcı sürecin bir sonucu olarak bir etkinliğin izleriyle nasıl yüklü olduğu - çok daha ilginç. Bir işaretin veya fırça darbesinin bir tür enerji depoladığı fikri büyüleyici.

 

Böcekler, türler arasında farklı bir hiyerarşi tahayyülüne olanak sağlayan kolaylaştırıcılar olarak bazı çalışmalarınızın en önemli unsurları arasında. Bu konuda böceklere odaklanmanın nasıl ve neden önemli olduğuna biraz ışık tutabilir misiniz?

Böcekler mimesis ve taklit arasındaki çağrışımları içerir. Kamufle edilmiş böcek bedenlerinin rengi ve yapısı ile tarihi resimler ağında görüntülenen resimler arasında bir sinerji var. Her ikisi de bir tür koruyucu öz-göndergecilik kullanır - resim, diğer tablolara atıfta bulunarak meşhur “sonuna” direnir ve böcekler vücutlarını çevrelerine uyacak şekilde değiştirir ve hayati yeni düzenler olarak sunar.

 

Kamuflajın kompozisyon etkisi, hem böceklerin hem de resmin duyusal dünyalarına olan saygımızı canlandırıyor.

 

Böcek resimleri, insanlarla insan olmayanlar arasında hiyerarşik olmayan yeni ilişkileri hayal etmek için güçlü metaforlardır.


Exodus (2013) adlı çalışmamda, yaygın olarak peygamber devesi olarak bilinen dev bir su perisi Pseudomantis albofimbriata, ruhani pembe ışıkla yıkanmış bir evin kapısına çömelir.

 

Bu rahatsız edici senaryoda peygamber devesi, kamuflaj olmadan evi işgal ederek önemli bir çatlak sunuyor - belki de resmin üzerinde oturan ve sahte bir gerçekliği düşündüren bir trompe l’oeile** görüntüsüdür.

 

Çalışma, Diego Velazquez'in Las Meninas (1656) tablosundaki figürlerden birini öne çıkararak Foucault'nun Şeylerin Düzeni'ne gönderme yapıyor. Foucault için Las Meninas, düzenin istikrarsızlığını, egemen öznenin sonunu ve temsilin temsilini simgeleyen bir tablodur.

 

Exodusta, insanın hazır olduğu kapı, gökyüzünde yüzen bir tür mezar taşının içine gömülüdür. Foucault'ya göre, bir resmin yüzeyi şekiller ve kelimeler taşıyan pürüzsüz bir taştan başka bir şey değildir: Altında hiçbir şey yoktur. Bu bir mezar taşıdır”.

 

Bu, bir resmin içsel bir anlamı olmadığını söylemek değil, anlamının kendi dışında, yaratıldığı ve kaydedildiği çevre sistemlerde yattığı anlamına gelir.

 

Resimler, farklı öznel dünyalarda var olan insan dışı varlıkların haklarını ön plana çıkarabilir.

Spectra of Birds” (2014–15), tüketim kültürü ile doğa arasındaki gerilimi yansıtan, çok minimal ve çok güçlü işlerinizden biriydi. Bu gerilim o zamandan beri sadece artıyor ve belki de bir tepki olarak, iklim krizi bugün birçok sanatçının radarında. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Birds”ü yapmaya ilk başladığımda, soyutlama ve çıkarma arasındaki ilişkiyi, bu kelimelerin her ikisinin de bir tür uzaklaştırmayı ima ettiğini düşünüyordum.

 

Soyut kelimesi Latince abstractus'tan gelir, kelimenin sözlük anlamıyla çekmek, uzaklaştırmak, çıkarmak kökenlerinden. Bir şeyi çizmekle bir şeyden çizim yapmak arasındaki farkı merak ettim.

 

İnsan kaynaklı sömürücü uygulamaların çevreye verdiği hasar, çok fazla yaşam biçimi için yıkıcıdır. Birds”, daha onarıcı yollar tahayyül etmek için bir nesne kalıbı oluşturuyor.

 

Geri dönüşüm için boş bir süt kabını durularken Birds”ü yapmak için ilham aldım, Birds” bu tür bir ilişkiden doğdu.

 

Geri dönüşüm kutusuna baktığımda, kuşun şekli bana bakıyordu. Bir sanat yapıtının kendine ait bir yaşamı olduğu görüşü dirimselci bir izdüşümdür.

 

Tetra Pak’lar iki şekilde canlılık özelliğiyle dolu, zoormofi yoluyla ve aynı zamanda emek yoluyla sanatçının yaşamı, yaşayanın eylemi aracılığıyla. Benim emeğimi ve ömrümü içeriyorlar ve belki de sanat tarihçisi Isabelle Graw'ın değer-biçimi” kavramına benziyorlar.

 

Her şeyden çok canlı emeğimi depoluyorlar. Toplumsal canlı emekle yüklenen hazır nesne, hayvandan insana uzanan kapitalist bir ağ yaratıyor.  Graw'ın belirttiği gibi: Resmin, yazarının yaşamına ve emek süresine özellikle doymuş görünme kapasitesi; ondan ayrı kalsa da onu, yaşamımızı emmekle meşgul olan yeni bir ekonomide değer üretimi için ideal bir aday yapar”***.

 

Bu alıntıyı seviyorum. Bize ait olmayan hayatları emmeyi bırakmalıyız.

 

Varlıklar arasındaki bağlantılar, işlerinizde tekrar eden temalardan biri…

Gezegenin karmaşık ekolojik, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağlantıları, zorluklarını anlamlandıran estetik tepkiler talep ediyor. Karşılaştığımız zorluklardan biri nüfus artışı. Bu sorunları dolaylı olarak çözüyorum.

 

The Pollinator” başlangıçta boya fırçamı kullanarak balkabağı çiçeklerini tozlaştırma eyleminden ilham aldı.

 

Döndürme ve fırçalama; maddeyi dönüştüren, gezegenin ihtiyaç duyduğu yaşam çizgisi olan yaşamla iç içe olmamıza karşı duyarlılığımızı artıran şiirsel süreçler. Belki de bunu çoğaltmaktan daha fazlasını yapmalıyız.

 

2019'da yaptığım bir dizi kuş resminde; renk ve vizyonun karşılıklı bağımlılığı, ortak evrim ve yaşam güçlerinin farkındalığımızın eşiğinde sürekli tepki verdiği ve karıştığı fikrini öne sürüyorum.

 

Örneğin, Stealin Other Artist’s Ideas (Painting for Mike)”, Mike Kelley'in Cocks and Balls” (1988) tekstilindeki horozların yerini doğu koel’leri alıyor.

 

Guguk kuşu ailesinin bir parçası olan kuşlar, yumurtalarını guguk civcivlerini kendileri gibi yetiştiren diğer kuş türlerinin yuvalarına bırakırlar. Aynı şekilde sanatçılar da sanat arşivini kullanarak sanat arşiviyle simbiyotik ya da asalak ilişkiler kurarlar.

 

Pandemi sürecinde eve kapanma deneyiminiz nasıldı? Yaratım süreçlerinizi nasıl etkiledi?

Eve kapanma beni hayattaki önemli şeyler hakkında düşündürdü, özellikle hayattan zevk almayı hatırlamamı. Yalnız hissettim ama aynı zamanda garip bir aidiyet duygusu da.

 

Zamanımın çoğunu bilgisayarımda üniversitede çalışarak, bahçemdeki kuşları izleyerek ve bahçıvanlık yaparak geçirdim. Çok fazla sanat yapmadım ama çok hayal ettim. Karantina sayesinde nicelikten çok niteliğe odaklanmaya karar verdim.

 

*Felsefede, poiesis bir insanın daha önce var olmayan bir şeyi meydana getirdiği faaliyet.

**Gözü yanıltan illüzyonist resim

*** Graw, Isabelle. The Love of Painting : Genealogy of a Success Medium Berlin: Sternberg Press, 2018.101

 

 

Madeleine Kelly kimdir?

Madeleine Kelly’nin araştırmaları disiplinlerarası resim alanında insanların hayvanlar/bitkiler/enerji ile olan bağlantılarına odaklanıyor. Araştırmaları ve yazıları, bilginin olumsallığını öne süren metafor ve ikonlar arası görsel “dilleri” konu alıyor.

 

Ulusal ve uluslararası hem kamu hem de özel galeriler tarafından davet edilen Kelly’nin son projeleri arasında Birds and Language (2021 - ) ve Madeleine Kelly: Open Studio, QAGOMA (10 Ekim 2020 – 31 Ocak 2021) yer alıyor.

 

Kelly; Fransa, Kore ve en son Leipzig, Almanya'da yaşadı. Arts Qld ve Avustralya Konseyi hibelerini aldı. Çalışmaları, QAGOMA ve birkaç kalıcı üniversite koleksiyonu da dahil olmak üzere Avustralya'da birçok kamu koleksiyonuna girdi. Kelly, Sidney Üniversitesi Sidney Sanat Koleji'nde görsel sanatlar dersleri veriyor.  Milani Galerisi tarafından temsil ediliyor.

İklim Gazetesi

21 Dakika:
Bilgi Güvenliği

- NOVUS ADINA 
  ATA USLU, RIZA EGEHAN ASAD VE VORGA CAN -

novus.jpg

Ata, Egehan ve Vorga'nın katılımıyla 21 Dakika - Sekme Dergi özel bölümünde Bilgi Güvenliği konsepti üzerine lafladık. Bilgi güvenliğini akademi, teknoloji, medya ve iş dünyası ekseninde ele aldık. Keyifli dinlemeler!

Novus

Spor Medyasında Kadın Temsili ve Toplumsal Cinsiyet

- FEMSPORT ADINA İREM SARIKULAK -

Spor cinsiyetlendirilmiş bir alan. Bu cinsiyetlendirilmişlikten sporun diğer pek çok kurumu kadar spor medyası da nasibini alıyor. Spor medyasının, bilginin toplumsal cinsiyete duyarlılıktan en uzakta üretildiği ve aktarıldığı alanların başında geldiğini söyleyebiliriz. Spor medyasında kadın sporcuların yanında kadın antrenör ve hakemlerin de az temsil ediliyor olması bunun örneklerinden yalnızca biri (Kadın Ve Spor Çalıştayı Raporu, 2018). Şu an herhangi bir spor kanalını açtığımızda ya da bir spor haber sitesine girdiğimizde çok büyük ihtimalle karşımıza erkek sporculara dair haberler çıkacaktır. Üstelik UNESCO’nun 2018 yılında yayınladığı rapora göre Olimpiyatlar gibi önemli spor etkinlikleri de dahil kadınların medyada temsil oranı yalnızca %4.

 

Aslında Türkiyeli kadın sporcuların Tokyo 2020’de elde ettikleri başarıların bu durumu bir miktar değiştirdiğini görebiliyoruz. Türkiye özelinde Olimpiyat dönemi spor medyasında kadın temsiliyetine dair net istatistiklere ulaşamasak da kadın voleybol takımının başarıları, boks, güreş ve karatede ilk madalyaların kadın sporculardan gelmesi gibi başarılar; Tokyo 2020 boyunca sporcu kadınların haberlerini sık sık görmemizi sağladı.

 

Kadınlar, çok büyük başarılar elde etmeleri halinde spor medyasında yer alabiliyor. Örneğin, kadın voleybolcular yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uluslararası müsabakalarda büyük başarılar elde etti. Erkek futbolunun bu denli büyük başarıları 2000’lerin başında kalmış olmasına rağmen, kadın voleybol takımı görünürlük anlamında daha yeni yeni erkek futbolu ile rekabet edebilmeye başladı.

 

Kadın sporcularla ilgili haber sayısının artması yeterli mi?

Fakat yalnızca sayısal verilere bakarak toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında spor medyasını anlamaya çalışmak kısıtlı bir bakış açısı sunabilir. Spor alanındaki kadınlar yalnızca medyada az temsil edilmiyor; aynı zamanda sportif başarılarından uzak, nesneleştirilerek sunulabiliyor (UNESCO, 2018). “En seksi kadın sporcular başlığı tanıdık geliyor olabilir. Çünkü kadın sporcular çoğunlukla sportif başarılarından ziyade fiziksel görünüşleri ile haber konusu oluyorlar. Ana akım medyada kadın sporcuların haberleri önemsizleştirilirken, cinsiyetçi ideolojilere dayanan basmakalıp ifadelerle temsil ediliyor (Messner,  Cookley, Hextrum, 2013).

 

Bunun yanı sıra spor medyasının bilgiyi aktarırken sporu erkek alanı kabul ederek kadınları öteki konumuna koyduğunu da görebiliyoruz. Erkek sporculardan bahsederken “erkek kelimesi kullanılmazken, kadın sporculardan bahsederken “kadın kelimesi mutlaka ekleniyor. Spor haberlerinde “futbol takımı, “basketbol takımı gibi “nötr” ifadeler geçtiğinde erkek takımları kastedilirken; kadın takımları için “kadın futbol takımı, “kadın basketbol takımı ifadeleri kullanılıyor.

 

Spor medyasında kadın sporcuların kadın oldukları yalnızca “kadın kelimesiyle belirtilmiyor. Kadın sporcular aynı zamanda iyi bir eş ve anne olarak da tasvir ediliyor (Sarıkulak, Canbaz, Değirmen, Öztürk, Koca, 2017). Üstelik bir kadın sporcu evli ve çocuk sahibiyse bu durum haberlere de sıklıkla konu oluyor.

 

Spor medyasında toplumsal cinsiyet odaklı bir haberleştirme neden önemli?

Medyadaki bilgi aktarımının insanların gündelik yaşamlarına etkisi yadsınamayacak kadar büyük. Medya dünyaya ilişkin anlayışımızı biçimlendiren en önemli araçlardan bir tanesi (Giddens, 2012). Kullandığımız dil, ürettiğimiz söylemler ise hayat görüşümüzü aktarmak için başvurduğumuz araç. Dil aracılığıyla cinsiyetçilik ve heteroseksizm sürekli olarak yeniden üretilebiliyor (Bianet-Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik El Kitabı). Spor medyasında da cinsiyetçiliğe dayalı bir dil kullanılıyor (Messner vd., 1993). Bu durum, spor medyasında bilgiyi aktarırken toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesine neden oluyor. Spor alanında daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir yapının olması için pek çok spor kurumuyla birlikte medyanın da söylemlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten ve destekleyen bir tutum sergilemesi elzem.

Kaynaklar:

- http://www.kasfad.org/wp-content/uploads/2-kadinvesporcalistayraporu.pdf

- UNESCO, (2018). Gender Equality in Sport Media

- Cooky, C., Messner, M. A., & Hextrum, R. H. (2013). Women play sport, but not on TV: A longitudinal study of televised news media. Communication & Sport, 1(3), 203-230.

- Giddens, A. (2012), Sosyoloji, Cemal Güzel (Editör), İstanbul: Kırmızı Yayınevi.

https://bianet.org/files/static/bia_kitaplar/Toplumsal_Cinsiyet_Odakli_Habercilik_El_Kitabi_TR.pdf.

- Messner, M. A., Duncan, M. C., & Jensen, K. (1993). Separating the men from the girls: The gendered language of televised sports. Gender & Society, 7(1), 121-137.

FemSport
Pusula

Filtre Balonları: Kapsayıcı Sosyal Medyanın Görünmez Düşmanları

- PUSULA ADINA 
  ATABERK ÖZCAN VE BILGE CAN -

Lise ve üniversite yıllarını sosyal medyanın dünya çapında zirve yaptığı zamanlarda geçirmiş bir nesil olarak sosyal medyanın hayatımızdaki yerini küçümsememiz imkânsız. Ufkumuzu açan projeleri ve fikirleri öğrenmemize sebep olan, alışkanlıklarımızı değiştiren, kimi zaman bizi spora yönlendiren; ama günün sonunda bizi tüketicisi olarak gören sosyal medyanın üzerimizdeki etkisi ise tahmin ettiğimizden daha büyük.

 

Bizim de filtre balonunun etkisini fark etmemiz, yurt dışına eğitim için gittiğimizde gerçekleşti. Yabancı arkadaşlarımız, Türkiye'deki siyasi durumu sorduklarında, cevaplamaya çalıştık ve daha zor bir soru ile karşılaştık: “Günün sonunda Türkiye'deki kutuplaşmanın sebebi nedir?”

Türkiye'deki siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın tonlarca nedeni var. Ancak, öncekilere oranla kısa süreli bir sosyal hafızaya sahip neslimizin, kutuplaşmayı özümsemesinin asıl sebebi ne yazık ki sosyal medyanın kendisi. Filtre balonu terimi ile karşılaştıktan sonra her şey bizim için daha açık hale geldi: Her gün kullandığımız uygulamaların kasıtlı olarak bizi küçük bir balonun içine sokması ve özel hazırlanmış reklamlardan gelir elde etmesi.

 

Bilgi ekosisteminde “yankı odası” kavramı, inançların kapalı bir sistem içinde iletişim ve tekrar yoluyla güçlendirildiği durum için bir metafor olarak kullanılır. “Yankı odası”nda, insanlar yalnızca mevcut görüşlerini güçlendiren bilgilere maruz kalırlar, bu durum bir doğrulama yanlılığı alıştırması olarak da nitelendirilebilir. Filtre balonları, yankı odalarının en önemli nedenlerinden biridir. Ağırlıklı olarak sosyal medya uygulamaları ile yapılmaktadır ve kullanıcıları memnun etmek için kullanıcılarının görmekten hoşlanacağını tahmin ettikleri bilgileri aktarma temeline dayanır; ancak kullanıcıların kendilerini istemeden kendi filtre balonlarında izole etmesi ile sonuçlanır. Sonunda, kullanıcılar zaman tünellerinde ve “keşif” sayfalarında yalnızca kendilerine yakın görüşleri görürler.

 

Eli Pariser tarafından filtre balonu etkisini göstermek için yapılan bir testte, araştırmacı ve yazar birkaç arkadaşından Google'da “Mısır” kelimesini aramasını ve sonuçları kendisine göndermesini ister. Pariser, Mayıs 2011'deki bir TEDxKonuşması sırasında sonuçları tartışır. İki arkadaşın arama sonuçlarının ilk sayfalarını karşılaştırırken, haberler ve seyahat gibi konularda bazı örtüşmeler olsa da birinin sonuçları belirgin bir şekilde o sırada devam eden Mısır devrimiyle ilgili bilgilere bağlantılar içerirken diğerinde ise bu tür bağlantılar yoktur.

 

Bu tür internet filtreleri, dar ilgi alanlarımızın var olan tek şey olduğu izlenimini yaratarak bizi yeni fikirlere, konulara ve önemli bilgilere kapatabilir. Bu durum hem bireyler hem de toplum için potansiyel bir zarar içermektedir.

 

Birçok insan filtre balonlarının varlığından bile habersiz. The Guardian, “Facebook kullanıcılarının %60'ından fazlasının Facebook'taki herhangi bir iyileştirmeden tamamen habersiz olduğunu ve hatta arkadaşlarından ve takip edilen sayfalardan gelen her bir paylaşımın haber akışlarında göründüğüne inandığını” bildiriyor.

 

Bir alternatif: Pusula

İşte tam da bu yüzden Pusula'yı kurduk. Pusula, okuyucularının dijital kanallarının filtre balonlarından kaçmasına yardımcı olan Türkiye'de kurulmuş bir sosyal girişim. Kullanıcıların sosyal medya algoritmaları tarafından erişimleri engellenen farklı ve karşıt görüşleri duymalarını sağlayarak toplumun farklı kesimlerini tek bir medya platformunda toplamayı amaçlar.

 

Pusula, sosyal medya kanallarında belirli bir konudaki çeşitli görüşleri bir araya getirerek, tartışma konularını ve karşı argümanları izleyicileriyle paylaşır. İçerik, hak temelli ve güncel tartışma konularına yönelik bu tür argümanlarla hazırlanmıştır.

 

Pusula'nın amacı, kişinin özgün fikrini oluşturmadan önce farklı haber kaynaklarından çeşitli argümanları okuma alışkanlığını teşvik etmektir.

 

Peki, sosyal medya akışınızı nasıl daha kapsayıcı hale getirebilir ve farklı görüşler için kendinizi nasıl ulaşılabilir hale getirebilirsiniz?

 

1. Kendi haber kaynaklarınızı düzenleyin:

Yapabileceğiniz ilk şey, haber almak istediğiniz medya kaynaklarını seçmektir. Kendinizi monoton seslerle ve aynı tür argümanlarla kuşatmak yerine, karşıt kanaat önderlerini, köşe yazarlarını ve haber kuruluşlarını takip etmeyi seçebilirsiniz.

 

2. Sizin için farklı görüşleri derleyen sosyal medya hesaplarını takip edin:

Birkaç ülkede, okuyucuları için yalnızca farklı bakış açılarını ve görüşleri tek bir yerde sunmaya odaklanan medya kuruluşları zaten var, bu yüzden kendi başlarına karşı argümanlar aramak zorunda kalmıyorlar. İşte birkaçı:

 

- Pusula (Türkiye) (biraz reklam kimseyi üzmez) Pusula, farklı gazetelerin fanatik okurlarının tek bir haber kaynağında bir araya geldiği eşsiz bir platformdur. Birbirlerinin fikirlerini okurlar ve güncel olayları daha iyi anlarlar.

 

- Le Drenche (Fransa) Le Drenche, her önemli güncel konu için okuyucuya konuyu çerçevelemek için basit, gerçeklere dayalı, kısa ve kesin bir bağlam ve konusunda uzman kişilerce tarafından yazılmış iki karşıt görüş forumu sunan bir Fransız gazetesidir.

 

- Eurotopics (Almanya - İngilizce, Fransızca, Almanca, Türkçe ve Rusça yayın yapıyor) Eurotopics'in veritabanı, Avrupa'da 30'dan fazla ülkede yayımlanan 500'den fazla basılı ve çevrimiçi medya hakkında bilgi sağlıyor. Günlük olarak okuyucularına ilettiği haber bülteni, beş farklı konuda üç ülkenin manşetlerini tercüme ediyor. Avrupa'daki siyasi manzaraya genel bir bakış sunuyor.

 

3. Kimi takip etmeli önerilerini kullanmaktan kaçının:

Sosyal medya uygulamalarının kullandığı algoritmalar sayesinde sizinle aynı görüşleri paylaşan, sizinle aynı yer ve ortamda çalışan kullanıcıları bulur ve takip etmeniz için tavsiye eder. Bu, özellikle sosyal medyayı haber kaynağı olarak kullananlar için kullanıcının hayatını kolaylaştırsa da onları doğrudan filtre balonunun içine sürüklüyor.

 

4. Sizin için çeşitli bakış açılarını eleştirel olarak inceleyen ve sınıflandıran araçlar ve e-posta bültenleri kullanın:

İnsanların düşünce kalıplarına giderek daha fazla takıldığı ve komplo teorilerinin sosyal ağları doldurduğu bir zamanda, genel bir bakış açısı tutmak ve çeşitli bakış açılarını eleştirel olarak inceleyip sınıflandırmak her zamankinden daha önemli bir hal aldı. Bu soruna çözüm bulmak isteyenler ise bazı platformlarda bir araya geldi. Örneğin;

- Buzzard

Buzzard, demokratik söylem temelli bir topluluktur. Buzzard, günlük olarak araştırdıkları 1.800 kaynaktan Almanca ve İngilizce medyadaki günlük konuları ve tartışma konularını damıtıyor ve bu kürasyonu sizlere sunuyor.

- Upworthy

Upworthy, pozitif hikaye anlatımına adanmış bir web sitesi. Upworthy'nin belirtilen misyonu “dünyanın neye dikkat ettiğini değiştirmek”tir. Yazarları ve video personeli, sosyal medyada dağıtılan günlük hikayeler üretir. Konular arasında “Daha İyi Bir İnsan Olmak”, “Vatandaşlık ve Demokrasi”, “Kültür” yer alır. “Kimlikler” ve “Bilim ve Teknoloji” yer almaktadır.

Bir Parodi Olarak
Bilgi Kirliliği

- TEYİT ADINA 
  AHMET FAHRİ KÜÇÜK VE YAPRAK KOÇAK -

Bilgi kirliliği, yol açacağı kötü sonuçlar nedeniyle aslında oldukça önemli bir konu. Bu konu; çevre kirliliği, afetler vb başlıklar kadar dikkat çekmiyor ve pek tabii kamu spotlarında da kendine yer bulamıyor. Kamu spotlarının didaktik yapısı, inandırıcılıktan uzak oyunculukları yıllar içinde internette eğlence konusu oldu. Buradan hareketle bilgi kirliliği için bir kamu spotu olsa nasıl olurdu dedik ve aslında bilgi kirliliği kamu spotu parodisi yapmış olduk.

 

Çocuklarımıza, geleceğimize daha iyi bir dünya bırakmak için buna bir dur diyelim ve şüphe kasımızı çalıştıralım diyoruz :)

Teyit
Turnusol

Ben Ne Gördüm?

- TURNUSOL ADINA 
  BARIŞ ARSLAN -

İstiklal Caddesi’nde yürürken birden rengarenk plastik toplar yağmaya başladı. Herkeste bir tebessüm.

DIÇ_İstiklal.png

“Dönersen Islık Çal”* filmini, ulusal kanalların bir zamanlar gece yarısından sonra programlarını doldurdukları sakıncalı filmler kuşaklarında izlemiştim. Daha kırılmamış toplumsal önyargılarla yeni yeni mücadele etmem gerektiğini kavradığım zamanlardı. “Dönersen” kelimesi aklımda “dönme” fiiliyle  bağlı olduğundan senaryodaki yeri konusunda fikir yürütemediğimi fark ettim. Ta ki Ergin Günçe dizeleriyle karşılaşana kadar. “Bir Dostu Ölü Götürmek” şiirini ilk okuduğumda film benim için tamamlanmış oldu.

DIÇ_Sürme.png

“Boş bulunup gülersen,

Bir ölünü görünce,

Ocağa tütsü atarsın

Pencerene sürme çek”

 

Travesti tam da topları sokağa savurmadan makyaj yapar. Ötekilerin ve görmezden gelinenlerin hikayesine ortak olduğumuz filmde başka türlü bir ötekinin dizeleri… Şirvan Erciyes’in Ergin Günçe’nin oğlu Dadal Günçe ile yaptığı röportajda “Bir dönem görmezden gelindi ciddi bir şekilde, ve kısmen bilinçli yapıldı bu” ifadesi yer alır. Bu görmezden gelmenin sadece kendi olma isteğine bağlı bir sivri dillilikten kaynaklandığını ekler. Filmdeki ötekilerin de toplumla kaynaşma hayalleri vardır. Cüce’nin “Garantili Boy Uzatılır” ajansındaki kırgınlığıyla bunu anlarız.

 

“Dönersen ıslık çalarsın

Yol uzun, su karanlık

Otur bir çardak altına

Bırak biraz yağmur yağsın”

 

En akılda kalan repliklerden biri şöyledir.

Cüce: Eğer bir gün tekrar dönersem beni tanır mısın? Küçük dostunu nasıl tanırsın?

Travesti: Tanırım tabi. İnsan dostunu kokusundan, bakışından, sümkürmesinden tanır. Hem sen dönersen ıslık çalarsın. İşte o zaman tanırım seni.

Ne kadar süreceği belirsiz bir geri dönüşü aktaran finaliyle benim için “dönme” kelimesi kendine dönmek, özüne ulaşmak ve bunun için mücadele etmek manalarını yüklenmiş oldu. Bir hakaretten “başarıya” evrilen fiilin adı.

Anlatı ve çağrışım

Olguya dayalı bilgi “herkesin aynı şeyi anladığı bilgi” olarak tanımlanabilir. Buraya kadar anlattıklarım ve kurduğum bağlantılar, deneyimlerimin karşılaşmalarımı kavrayışıma etkisini içeriyor. Belki de filmin yönetmeni Orhan Oğuz, senaryosunu yazan Nuray Oğuz ve Cemal Şan bu filmi çekmeden önce hiç Ergin Günçe şiiri okumamıştı. Belki de Beyoğlu'nda bir barda karşılaşmışlardı. Bir ihtimal başka şairlerden dinlemişlerdi. Ne kadar çok varsayım ortaya koydum. Bilgiyi doğrudan alıp, kesin bir yargıya varma yolunu seçebilirdim. Ama bu yazının başlığı “Ben ne öğrendim?” olmadığı için devam ediyorum. Uzun döneme yayılan bu deneyimsel bilgi, senaryonun şiirle birlikte düşünüldüğü konusunda beni ikna ediyor. Bir olguya dönüşmek için teyit edilmeye muhtaç durumda.

 

Sinema anlatısıyla doğru bilgiyi besleme açısından, her ne kadar kurgunun öznelliği tehlikesini içerse de, arka planlardaki ayrıntıları ve repliklere yerleştirilen ipuçlarıyla (sonsuza dek keşfedilmeyecek olanlar dahil) merak kasını harekete geçirebilecek bir işlev üstlenebilir. Üstleniyordur da. Üstlenmiştir de! Kibar Feyzo filmindeki, “Ula şurda 141-142 başsınız, hepinizi ben besliyim…” repliğini açıklamadan buraya bırakayım.

 

Yönetmene bir hikaye anlatıcı rolü yükleyebiliriz. Böylece yönetmenin hikayede kendi deneyimlerini, dönemsel yansımaları içeren kamera açılarını ve ilişkisel birikimlerini gözümüze sokmadan aktarma şansı olduğu önermesini ileri sürebiliriz. Bu durumda ne aradığını bilen ya da o ana uygun çağrışımı yapabilecek birikime ve deneyime haiz izleyici; elde ettiklerini aktarabilir, araştırabilir ya da doğrulayacak farklı yöntemleri izleyebilir. Kelimelerimizin çalındığı düşüncesiyle beraber, sinemanın bir propaganda aracı olarak kullanılması üzerinden, kurgunun gerçeği yok edebilme tehlikesi de unutulmamalı.

 

Burak Çevik’in “Aidiyet” filminde ise iki farklı parça izleriz. İlk bölüm yaşanan olaya dair mahkeme tutanaklarının okunduğu belgelemeye yönelik bir anlatıya sahiptir. İkinci bölümde ise yaşanan olayı yönetmenin gözünden -kurgusunda- tekrar takip ederiz. Tutanakların, her ne kadar gerçekte olayı yaşayanlara ait olsa da, kurgulanmış ifadeler olabileceği yadsınamaz. Bu nedenle doğru ya da gerçeği ararken, onun bizatihi kurucusu da  olduğumuz kabulünü bir kenarda tutmamız gerekiyor.

 

“Oysa hakikat akılla ya da başka bir şeyle kavranılmaz; hakikatin ancak parçası olunur. Bunun için kurtul; geçmişinden, geleceğinden, aklından…”

 

“İtirazım Var” filminde Selman Bulut’un “Bunun için kurtul...” cümleleriyle beraber yaşanmış trafik kazası sonrası kaza alanında kamera sola kayar. Önce aracın Sivas  plakalı olduğunu anlarız. 207 rakamını gördüğünüzde bir tarihe işaret edildiği zihninizde canlanır/canlanabilir.

itirazımvar_kazasahnesi.png

Filmi sinemada ilk izlediğimde kenara not etmiş olsam bile harflere ne anlam yükleyebileceğimi bir türlü bulamamıştım. Sonra ilçe plaka kodlarına baktığımda bu harflerin Gemerek ilçesine ait olduğunu gördüm. Plakanın net göründüğü sahnede duyduğumuz replik şöyle başlar: “İnsan sadece suçluyken kaçmaz. Bazen suçlandığın için de kaçarsın…” Selman Bulut karakteri için bu kaçış, 2 Temmuz Sivas katliamından bir din insanı olarak kendini sorumlu hissettiği için kaçmayı tercih etmesiyle bağlanabilir.

 

Bağlama çalan ve deyişler okuyan bir karakter olarak, o günkü Pir Sultan Abdal etkinliklerinde bulunmuş da olabilir. Şarkışla’dan Gemerek yönüne arabayla kaçan ve bu son kaçışı olan Deniz Gezmiş’in bu ilçede yakalanmış olmasına atfen, plaka harf tercihinin böyle yapıldığı söylenebilir.

 

Son örneğimdeki “bilginin” fark edilmesi için kişisel deneyimimin kati bir çizgi çektiğini düşünüyorum. 58-207-Trafik Kazası üçlüsüyle her izleyicinin bu çıkarımı yapması mümkün olmayabilir. Belki 58-207 ilişkisi üzerinden bir çağrışım yakalanabilir. Kendi deneyimim açısından 2 Temmuz 1993’teki kaostan kaçmak için yola çıkan bir ailenin Sivas-Ankara yolunda trafik kazası geçirmesi ve bu kazada küçük kızlarının vefat etmiş olması ayrıksı durabilir. Klişe olacak; ama yönetmen burada her dindarın aynı olmadığı ve herkesin kendinden ya da çevresinden kaçmak zorunda olduğu varsayımı üzerinde duruyor gibi. Filmdeki hutbede bunu desteklercesine “onların” dinine inanmak zorunda değilsiniz savı ileri sürülür.

Kaygı_Bağlama.png

Kaza metaforu ve Sivas katliamı ilişkisine “Kaygı” filmiyle bir örnek daha ekleyebilirim. Hasret karakteri annesiyle babasını trafik kazasında kaybettiği bilgisiyle büyür. Hafızası aradaki boşlukları filmin sonuna kadar dolduramaz ve bir huzursuzluğu vardır. Sivas Katliamı’ndan yaralı kurtulanlar arasında yazar Lütfiye Aydın da vardır. Otelin apartman boşluğuna atlayarak kurtulmuştur ve hafızasını kaybetmiştir. Kendine geldiğinde sayıkladığı isim kızınınkidir. Ağır bir tedavi süreci sonrası sana ne oldu sorusuna “Trafik kazası geçirdim” yanıtını veriyor. Gerçekten neler yaşadığını hatırlayana kadar bu böyle sürüyor. Sonra da yazılara döküyor içini.

 

Sinemada karşılaşılan bilgilere karşı teyit kasını geliştirmek, doğrulanan ve olguya dönüşen bilgileri yaygınlaştırmak da bilgi ekosistemine katkı sağlayacak bir alan olabilir. Deneyimden edinilenlerin biriktirilebilir kılınması ise, merak ve bilgi edinme alışkanlıklarına olumlu etki edecektir diye düşünüyorum.

*Filmden kareler şu bağlantıdan alınmıştır.

https://www.youtube.com/watch?v=Kkv0yNZF8mc 

 

*Filmden kareler şu bağlantıdan alınmıştır; https://www.youtube.com/watch?v=Kkv0yNZF8mc

Bilgiyi Parçalayıp Yeniden Birleştiren Bir Kuşak: Z Kuşağı

- WISER MEDIA ADINA 
  ÖZGE YILDIZ -

5N1K Çerçevesinde Hukuk Okuryazarlığı

- LEGAL DESIGN TURKEY ADINA 
  EBRU METİN -

Hukuk Okuryazarlığı Nedir?

Okuryazarlık, genel anlamı ile okuma ve yazma becerilerine sahip olunması olarak değerlendirilmektedir. OECD’nin (1) yetişkin kişilerin becerilerine ilişkin araştırmalarında okuryazarlığı, kişinin kendi hedeflerine ulaşmasında veya bilgisi ve potansiyelini geliştirmesinde yazılı metinleri anlaması yorumlaması ve değerlendirmesi becerisi olarak tanımladığını görüyoruz. Bir başka kaynağa (2) göre ise okuryazarlığın seviyelendirildiği birinci seviye için en düşük seviye olarak bir ambalaj üzerindeki bilgiyi anlayamama örneği verildiği, beşinci seviyede ise kişinin farklı seviyelerdeki bilgileri çok iyi şekilde anlayıp yorumlayabildiği ve bunlara göre hareket edebildiği şekilde tanımlandığı karşımıza çıkmaktadır.

 

Özellikle medyada ise medya okuryazarlığı, finansal okuryazarlık, dijital okuryazarlık şeklinde farklı konseptlerde ele alındığını da görmekteyiz. Bu çerçevede, esasında okuma – yazma becerisinin, spesifik bir konunun temellerinin anlama becerisine dönüştüğünü görmekteyiz. Peki özellikle hukuk açısından hukuk okuryazarlığı veya yasal okuryazarlık ne anlam ifade ediyor? Hukuk okuryazarlığı ile hukukta farkındalık aynı terimler mi? Hukuka uygun bir yaklaşıma sahip olma ve bu yönde davranışlar gösterme açısından hukuk okuryazarlığı neden önemli?

 

Hukuk Okuryazarlığı Neden Önemlidir?

Bir kaynağa (3) göre, hukuk okuryazarlığı, kişinin modern topluma efektif bir şekilde katılması için bir gereklilik. Düşünüldüğünde haklarını bilmeyen veya başkalarının haklarına saygı göstermeyen kişilerin, zorluk yaşadıklarını veya çerçevenin dışına itildiklerini görüyoruz. Bu açıdan kişilerin hem kendi haklarının ne olduğunu bilmeleri hem de diğer kişilerle eşit olduklarını unutmadan onların haklarına saygı göstermeleri, uyumlu bir toplumsal hayat ve toplum düzeni için olmazsa olmaz.

 

Bu açılardan hukuk okuryazarlığını daha spesifik şekilde tanımlarsak, kişinin belli bir alandaki hukuki argümanları algılayabilmesi olarak değerlendirebiliriz (4). Hukuki farkındalıkta ise hukuk okuryazarlığına sahip kişinin hukuk sistemi içinde yönünü bulabilmesi, basit hukuki aksiyonları alabilmesi ve hangi noktada hukuki destek almayı bilmesi olarak ele alabiliriz (5). Sağlık okuryazarlığında olduğu gibi, kişinin kendini tedavi etmeye çalışmaması ve gerektiğinde bir hekimden destek alması ne kadar kritikse, hukukta da aynı şekilde kişinin gerektiğinde hukuki probleminin en doğru tanımının yapılabilmesi ve bu probleme uygun çözümün uygulanması için bir avukata başvurması o kadar esaslıdır.

LDT.png

Hukuk okuryazarlığına ilişkin pratik başka bir görüşe sahip olan Avusturalya Hukukun Üstünlüğü Enstitüsü ise hukukun üstünlüğü için hukuku bilmenin prensip gereği olduğunu belirterek, öğrenci ve eğiticiler için şu dört aşama ile kişinin hukuk okuryazarlığa sahip olması için yol gösteriyor (6):

1- Hukuki konu nedir?

2- İlgili Kanun veya mevzuat nedir?

3- Hukuk kuralları daha önce nasıl uygulanmış?

4- Olaydaki gerçeklere mevzuatı nasıl uyguladın?

 

Bu çerçevede üç farklı perspektiften hukuk okuryazarlığına baktığımızda, farklı kaynaklarda da ön plana çıkan bir konu olarak kişilerin sosyal hayatlarında hangi haklara sahip olduklarını bilmeleri önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun bir önemi de özellikle dezavantajlı grupların haksızlıklarla mücadelede kendi haklarının neler olduğunu bilmeleri, hak arama süreçlerinde daha etkin rol almaları açısından görülmektedir. Hatta sadece okuryazarlığa sahip olunması değil, hukuki olarak hangi haklara sahip olduklarının farkında olmaları, hangi aşamada hangi mekanizmalardan destek alabilecekleri ve hangi yollara başvurabilecekleri hak arama özgürlüğünün etkin şekilde kullanılması açısından ön plana çıkacaktır. Bir örnek olarak, özellikle şiddete uğrayan kadınların (7) hukuk okuryazarlıklarının yüksek olması, hangi durumda hangi mekanizmalara başvurabilecekleri ve şiddetle mücadelede etkin rol almaları açısından önemli olabilecektir.

 

Hukuk Okuryazarlığına Kimler Sahip Olmalıdır?

Hukuk okuryazarlığı, kişilerin güçlenmesi açısından önemlidir. Bu açıdan özellikle dezavantajlı grupların hak arama süreçlerini iyileştirmek için hukuk okuryazarlığına sahip olmaları fark yaratacaktır. Bunun haricinde, yetişkin herkesin sosyal hayatta temas ettikleri noktalarla ilgili temel hukuk okuryazarlık seviyesine sahip olmaları demokratik ve düzenli bir toplum için gereklidir. Buna örnek olarak; tüketici, hasta, işçi gibi rollerde haklarını bilme örnek verilebilir.

Hukuk Okuryazarlığı Ne Zaman ve Nerede Kazanılmalıdır?

Özellikle lise eğitiminden başlayarak hukuk sisteminin nasıl çalıştığı, vatandaş olarak ne gibi haklara sahip olunduğu konusunda çok temel bilgilerin öğrencilere aktarılabileceği; üniversite eğitiminde ise biraz daha detaylı bilgilere yer verilebileceği düşüncesindeyiz. Bunun haricinde Türkiye Barolar Birliği gibi baroların vatandaşlara yönelik spesifik konulardaki hukuk okuryazarlığı eğitimleri çok faydalı olabilecektir (8). Bir kaynak da hak savunuculuğu yapan sivil toplum örgütleri tarafından yapılan “haklarını bil” konulu eğitim ve bilgi içerikleri olabilmektedir.

 

Hukuk Okuryazarlığı Nasıl Kazanılabilir veya Kazandırılabilir?

OECD’nin İnsan Odaklı Adalet Prensiplerine Yönelik İyi Örnekleri ve Çerçeve’yi (9) içeren rehberinde, hukuk okuryazarlığının ve farkındalığının nasıl kazanılabileceğine ilişkin bilgiler aşağıda özetlenmiştir:

  • Farklı formatlarda hukuki bilgiler: Farklı dillerde, farklı okuryazarlık seviyelerinde, farklı medya formatlarında (yazılı, sesli, video ile gibi)

  • Sade bir dilde ve transparan bilgiler: Bir uyuşmazlık durumunda çözüme nasıl ulaşılabileceği, masrafları, olası sonuçları gibi

  • Sözleşme tasarımı: Özellikle sözleşmeler açısından kullanıcı dostu sözleşme metinleri fark yaratacaktır, okuryazarlığın düşük olduğu yerlerde özellikle görsellerle desteklenmiş sözleşmeler kullanılabilecektir.

  • Hedef kitleler belirlenerek, onların hukuki ihtiyaçları gözetilerek hazırlanmış hukuki bilgi içerikleri olabilir.

  • Kişilerin düzenli hukuki sistemdeki değişiklikler hakkında temel bilgileri alabilecekleri, komünite bazlı eğitim seçenekleri sunulması söz konusu olabilir.

  • Kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılayabileceği çözümler (self-help), rehberli yardım (guided help) ve online destek alabilecekleri mekanizmalar özellikle dezavantajlı olmayan gruplarda hukuk okuryazarlığının geliştirilmesi açısından önemli olacaktır.

  • Hague Institute for Innovation in Law tarafından yapılan araştırmalarda, özellikle online bilgilerin, danışmanlığın ve temsilin çok büyük fark yarattığı tespit edilmiştir. Burada kişilerin avukata danışmalarını gerektirecek noktaya kadar temel bilgileri edinmelerinde uygulama bazlı teknolojilerin ve çözüm odaklı rehberliğin kullanılabileceği belirtilmiştir.

  • Sivil toplum örgütleri belirli hedef kitleler ile çalıştıklarından, onların hukuk okuryazarlığı kazanma konusundaki destekleri göz ardı edilemeyecek seviyede önemlidir. Özellikle vatandaşların ihtiyaçlarının tespiti, erişilebilirlik ve yerel bölgelerde ulaşılabilir hukuki hizmetlerin alınmasında önemli rol oynamaktadır.

  • Son olarak, hukuki süreçlerin uzunluğu, yıpratıcılığı ve finansal olarak zorlayıcılığı düşünüldüğünde, hukuk okuryazarlığı özellikle kişinin direncini artıran önemli bir unsur olarak tanımlanmıştır.

 

Hukuk Okuryazarlığı, Bilgi Aktivizmi ve Hukukta Tasarım

AB TASCO 3 Projesi (10) kapsamında çıkarılan rehberde; bilgi aktivizmi, bilginin herkese açılmasını, yani demokratikleştirilmesini savunmak olarak tanımlanmıştır. Ayrıca reaktif ve proaktif olarak iki ayrı tanımlama daha yapılmıştır. Buna göre reaktif bilgi aktivizmi “oluşan bir bilgi açığına ya da bilgiden kaynaklanan bir eyleme karşı bir eylem gösterilmesi”; proaktif bilgi aktivizmi ise “henüz ortamda tartışma dahi yokken, bilgiyi kullanıp aktivizm yapılması” olarak değerlendirilmiştir.

 

Bu noktada en azından temel okuryazarlık seviyesindeki bilginin halk tarafından sahip olunması, Legal Design Turkey (11) olarak benimsediğimiz bir ilkedir. Bu açığı toplumda gördüğümüz için, ayrıca farklı sivil toplum örgütleri tarafından da reaktif şekilde bilgi aktivizmi eylemlerine konu olduğunu ayrıca belirtebiliriz.

 

Bu açılardan hukuk okuryazarlığının toplumda artırılması için yapılacak çalışmaların hukukta tasarım yöntemiyle çok daha etkili şekilde yapılabilecektir. Hukukta tasarım, hukuk alanında insan odaklı tasarım ilkelerinin uygulanarak hukuk hizmetleri ve servislerinde yaratıcı çözümler üretmeye yarayan bir problem çözme yöntemidir. Hukukta tasarımın yöntemiyle, vatandaşların adalete erişimleri güçlendirilebilir. Bu kapsamda birçok ülkede “know your rights” (haklarını bil) konulu çalışmalarda hukukta tasarımın kullanıldığını ayrıca görmekteyiz. Bunlardan biri, Stanford Legal Design Lab direktörü Margaret Hagan tarafından geliştirilen Law Dojo (12) isimli mobil uygulamadır. Yine Stanford Legal Design Lab tarafından örnek tasarımların olduğu “Know Your Rights Design Pattern Library” isimli internet sitesi bulunmaktadır (13).

 

Sonuç olarak, hukuk okuryazarlığına sahip olup olmamak her bireyin kendi seçimi olmakla birlikte, hem bireylerin güçlenmeleri hem de toplumda eşitsizlikler konusunda farkındalığın artması ve toplumsal düzenin sağlanması açısından her bireyin temel hukuk okuryazarlık seviyesine sahip olması fark yaratacaktır.

Legal Design Turkey
Wiser Media

Hikaye Anlatıcılığı
ve Gazetecilik

- FAYN ADINA 
  HANDE EYLÜL YÜKSEL -

fayn.png

+90, Deutsche Welle ve Fayn Studio işbirliğiyle hazırlanan, ilk bölümünde 50 TL’lik banknotun yıllar içindeki yolculuğunu takip ettiğimiz video serimiz Büyüteç yayımlanmaya başladığından bu yana bir yıl oluyor. Bu süre içinde TL’nin alım gücünden başlayarak vergi yükü, prekarya, derin devlet ve sosyal medyada adalet arayışı gibi birçok sosyal konuyu derinlemesine araştırıp sonrasında edindiğimiz bilgileri geniş bir izleyici kitlesiyle paylaşma fırsatımız oldu. Hazırladığımız videolarda toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren konuları işlemeyi hedefledik. Bunun için farklı disiplinlerden uzmanlarla röportajlar yaptık ve anlattığımız sosyal sorunlardan etkilenen kişilerin hikayelerini dinledik.

 

Her ay yeni bir güncel konuyu ele aldığımız Büyüteç serisinde amacımız habere duyulan güveninin azaldığı ve belirsizlik içinde yaşadığımız bu dönemde insanların nitelikli bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırmak. Bunu başarmak için en az araştırmamızın niteliği kadar önemli olan bir nokta daha var: Bilgiyi izleyicilere aktarma şeklimiz. Bu yüzden “hikaye anlatıcılığı” kavramı, video çalışmalarımızın temelinde yer alıyor. Hikaye anlatıcılığının ne olduğu ya da nasıl iyi bir hikaye anlatıcısı olunacağı ise cevaplaması zor bir soru. Bu yüzden bir hikayeyi iyi yapan unsurları inceleyerek elimizdeki verileri hikayeleştirirken nelere dikkat ettiğimizi araştırmaya karar verdim.  “İyi bir hikaye anlatıcısı olmak bir yetenek midir?” sorusuna kesin bir cevabım olmasa da akademik kaynaklar ve bu alanda çalışan kişilerin tecrübelerinden yola çıkarak bilgiyi hikayeleştirmenin dört önemli kuralını bu yazıda özetledim.

 

1- Olayları izleyicilerin empati kurabileceği karakterler aracılığıyla anlatmak

“Hikaye”yi basit bir şekilde tanımlayacak olursak bir karakterin başından geçen olayların neden-sonuç ilişkileri içinde ve kronolojik bir düzende anlatımı olduğunu söyleyebiliriz. Karakter, hikayenin ana ögelerinden biri olmanın yanı sıra okuyucunun ya da izleyicinin anlatılanlarla duygusal bağ kurabileceği noktalardan biri. Okuyucu, karakterle kendisi arasında ortak taraflar bulduğunda veya anlatılan karakter sempatik bir kişi olarak yansıtıldığında onunla empati kurmak kolaylaşıyor. Toplumsal bir sorunu anlatırken olaylardan etkilenen bir karakterin hikayesine odaklanmak, bilginin daha etkin bir şekilde algılanmasını sağlıyor. Bu durum özellikle azınlık olarak nitelendirebileceğimiz, uzak hissedilen ya da dışlanan kesimlerin hikayelerinin görünülür kılmasını sağlayabileceği için de güçlü bir anlatım tekniği.

 

2- Güncel bir sorunun başlangıç noktasına giderek temel nedenlerini açığa çıkarmak

Haberlerde genellikle en önemli ve gerekli bilgilerin ilk sırada verildiğini, olayın arka planının ve detaylarının ise sonra açıklandığını görüyoruz. Olayların bilginin önemine göre sıralanması, Tersine Çevrilmiş Piramit (Inverted Pyramid) tekniği olarak da adlandırılıyor. Ancak yaşananlar sırasıyla anlatılmadığı için metin, hikayenin belirleyici özelliği olan olay örgüsünden yoksun kalıyor. Hikayeler genellikle baştan sona doğru ilerleyen ve karakterlerin yaşadığı değişimlerin sırasıyla anlatıldığı bir olay örgüsü içerir. Hikaye yazılırken kullanılan olay örgüsünün en basit haliyle görselleştirdiği Freytag Piramidi (Freytag’s Pyramid), bir hikayenin bir problem ve problem dolayısıyla oluşan iniş-çıkışlara sahip olduğunu gösteriyor. Sahip olduğu olay örgüsü, hikayeyi sürükleyici hale getirerek izleyicilerin ilgisini çekiyor. Bu yüzden videolarda bilginin nasıl sıralanacağı kararı, anlatılanları hikayeleştirmek açısından önemli.

 

Güncel bir sorunu anlatırken başlangıcı yıllar öncesine uzanan bir hikaye oluşturmak, sorunun altında yatan gerçek ya da az bilinen nedenlerin anlaşılmasını sağlıyor. İzleyicinin sadece bilgi edinmesini değil, aynı zamanda olayları anlamlandırmasını istiyoruz. İzleyicinin bilinçlenmesi, yeni bilgiler edinmesine olduğu kadar edindiği bilgiler arasında nedensellik ilişkileri kurması ve öğrendiklerine anlam kazandırmasına da bağlı. Olay örgüsü yaratılırken birbirine neden olan olaylar izleyiciye sırayla aktarıldığı için söz konusu soruna neden olan durumları anlamak kolaylaşıyor.

 

Elde edilen bilgileri bir olay örgüsü oluşturarak anlatmanın sağladığı bir ayrıcalık da hangi bilgilerin verilip verilmeyeceğini seçebilmek. Bu sayede daha öznel ya da yorum açık bir metin yazmak mümkün. Öznel anlatım, hem izleyiciye verilecek mesajın daha etkili bir şekilde iletilmesi hem de her izleyicinin gördüklerine dair kendi çıkarımlarını yapması açısından faydalı bir özellik. Ancak bu durumun gerçekleri eksik ya da taraflı bir şekilde yansıtmak için kullanılmamasına dikkat etmek gerekiyor.

 

3- İzleyicilerle bağ kurarak onlara hikayenin bir parçası olduklarını hissettirmek

Habere olan güvendeki düşüş, azalan dikkat süresi ve izleyicilerin sayısız içeriğe aynı anda maruz kalması gibi nedenler günümüzde gazetecilerin izleyicilerle bağ kurmasını zorlaştırıyor. Birçok insan okudukları ya da maruz kaldıkları haberlerin ruhsal durumlarında olumsuz etkisi olduğunu söylüyor, bazıları ise haberleri takip etmekten tamamen vazgeçiyor. Belirsizliklerle dolu medya ortamı, kendini endişeli hisseden bir izleyici kitlesi yaratıyor. Bu yüzden, izleyicilere daha kolay ulaşmak için duygusal tarafları güçlü bir anlatım şekli gerektiğini söyleyebiliriz. İzleyicileri bir konu hakkında bilgilendirmeden önce atılması gereken ilk adım onlarla bağ kurabilmek ve etkileşimde olmak. Yapılan araştırmalar, duygusal anlatımın izleyicileri belirli bir konuda harekete geçirmek konusunda nesnel anlatımdan daha etkili olduğunu gösteriyor. (1)

 

İzleyicileri hikaye anlatımına dahil etmenin bir ihtiyaç olduğunu gördükten sonra sıradaki soru bunu nasıl başarabileceğimiz. Bunu yapmak için uygulanabilecek yöntemlerden biri, yazdığımız metni izleyicilerin içinde kendi hikayelerini bulabilecekleri şekilde kurgulamak. İzleyicinin kendi hayatıyla ana karakterin hayatı arasında benzerlikler bulması ya da ana karakterin hikayede hissettiği duyguları daha önce izleyicinin de deneyimlemiş olması bunun en basit örneği. Diğer bir yöntem ise anlattığımız hikayelerin kişiselleştirilebilir olmasına özen göstermek. Bunun için hikayeye izleyicilere günlük hayatlarından tanıdık gelecek mekan, karakter veya olaylar eklemek mümkün.

 

4- Metni dikkat çekici ve bir bütün olarak uyumlu görsellerle desteklemek

İçeriğin estetik bir şekilde yansıtılmasının önemli bir unsur olduğu göz ardı edilemez. Tahmin edilebileceği gibi, güzel gözüken bir içerik izleyicinin haber edinme deneyimini olumlu yönde etkiliyor. Ancak iyi tasarlanmış bir görselin beklendiğinden daha büyük bir etkisi olabilir. Weber ve Engebretsen tarafından yapılan araştırma, estetik açıdan güçlü bir içeriğin bazı okuyucular tarafından daha güvenilir olarak da algılanabileceğini gösteriyor. (2) Bu yüzden içerik hazırlanırken estetik ve tasarım konularına da özen gösterilmeli. Ancak içeriğin göze hitap etmesi yeterli değil. Güzel gözüken bir görsel, güçlü bir metne sahip olmadıkça okuyucuyu etkilemekte başarılı olamıyor. Diğer bir deyişle, anlamdan yoksun bir içeriği görseller kullanarak iyileştirmek mümkün değil. Benzer şekilde, metin ve görsellerin birbiriyle ilişkili olması da önemli. Haan ve Kruikemeier tarafından yapılan bir başka araştırma, okuyucuların en çok metnin ve görsellerin birbirini desteklediği bir anlatımı tercih ettiklerini gösteriyor. (3)

 

Veri görselleştirme, hem videolarımızda hem de son yıllarda gazetecilik alanında öne çıkan bir teknik. Toplanılan verileri görsel olarak yansıtmanın okuyucunun ilgisini çekmek ve karışık konuları anlaşılır hale getirmek gibi işlevsel tarafları var. Biz de videolarımızda sayısal verileri görselleştirirken sunduğumuz bilgilerin güvenilirliğini yansıtarak hikayenin mesajını güçlendirmeyi amaçlıyoruz. Kelimelerle anlatmanın uzun süreceği bir konuyu daha etkili bir şekilde anlatmak için veri görselleştirme iyi bir yöntem oluyor. Kullandığımız teknikler basit sayısal grafiklerden yaratıcı görsellere birçok farklı yöntemi kapsıyor. Bunlara ek olarak, zaman şeridi hazırlamak olayların sırayla anlatılmasını sağladığı için hikaye anlatıcılığıyla görselleştirmenin birleşme noktası. Zaman şeridi, bir grup karışık veri toplandığında elde edilen bilgileri hikayeleştirmek için tercih edilebilecek bir yöntem.

 

Gazetecilikte kullanılan hikaye anlatıcılığının temel özelliklerini özetlemek istersek; empati kurulabilen karakterler, duygusal anlatım, olayların başlangıcına uzanan olay örgüsü, izleyicilerle etkileşim ve etkili görselleştirme tekniklerinin önemli unsurlar olduğunu söyleyebiliriz. Gündemdeki toplumsal olayları konu aldığımız video serimiz Büyüteç’te de hikaye anlatıcılığını ön planda tutuyoruz. Bilgiyi izleyicilere hikayeleştirerek aktarmanın onlarla bağ kurabilmek, karmaşık konuları anlaşılır kılmak ve insanların haberlere bakış açısını olumlu yönde değiştirebilmek gibi faydaları var. Günümüzdeki medya ekosisteminin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurduğumuzda hikaye anlatıcılığının yeni nesil gazeteciler için güçlü bir araç olduğunu söylemek mümkün.

1  Oschatz, C., Emde-Lachmund, K., & Klimmt, C. (2021). The Persuasive Effect of Journalistic Storytelling: Experiments on the Portrayal of Exemplars in the News. Journalsim & Mass Communcation Quarterly, 407-427.

2  Weber, W., Engebretsen, M., & Kennedy, H. (2018). Data stories. Rethinking journalistic storytelling in the context of data journalism. Studies in Communication Science, 191-206.

3  Haan, Y., Kruikemeier, S., Lecheler, S., Smith, G., & van der Nat, R. (2018). What does an infographic say more than a thousand words? Journalism Studies, 1293-1312.

 

Kaynaklar

Haan, Y., Kruikemeier, S., Lecheler, S., Smith, G., & van der Nat, R. (2018). What does an infographic say more than a thousand words? Journalism Studies, 1293-1312.

Weber, W., Engebretsen, M., & Kennedy, H. (2018). Data stories. Rethinking journalistic storytelling in the context of data journalism. Studies in Communication Science, 191-206.

Oschatz, C., Emde-Lachmund, K., & Klimmt, C. (2021). The Persuasive Effect of Journalistic Storytelling: Experiments on the Portrayal of Exemplars in the News. Journalsim & Mass Communcation Quarterly, 407-427.

Chattoo, C., & Feldman, L. (2017). Storytelling for Social Change: Leveraging Documentary and Comedy for Public Engagement in Global Poverty. Journal of Communication, 678-701.

Polletta, F., Chen, P., Gardner, B., & Motes, A. (2011). The Sociology of Storytelling. Annual Review of Sociology, 109-130.

Lecheler, S. (2020). The Emotional Turn in Journalism Needs to be About Audience Perceptions. Digital Journalism, 287-291.

 
Fayn
Loop

Kitlelerin Bilgeliği

- LOOP ADINA 
  SEZER ULUTAŞ VE SİMAY YENİCE -

Sosyal medyadaki yankı fanusları, hep benzerimiz olanlarla etkileşime geçiyor oluşumuz, düşünce çeşitliliğimizi engelliyor. Bununla birlikte geleneksel medyada orantısız bir şekilde bilginin tek bir kaynaktan çıkarmışçasına kamuoyuna pompalanması da cabası.

 

Aynı günlerde benzer manşetlerle çıkan gazeteler bize bir şey gösteriyor olabilir mi?

 

Birbirine benzerlerin ürettiği bilgi ve sıkışıp kaldığımız fanuslar ve bilginin bir merkezden dağıtılıyor olmasına bir itiraz olarak biz de birbirinden çeşitli insanların içerikleri birlikte değerlendirmesini sağlayacak yeni nesil sosyal medya platformu Loop’u kurduk. Mottomuz ise “beğenin ötesinde”.

 

Yaratmaya çalıştığımız değerlerin içerisinde demokratik toplum, karşıt ve çeşitli görüşlerin karşılaşması ve ortak bir zeminde düşüncelerini paylaşabilmesi fikri var. Kullandıkça toplumun bilgeliğinin daha çok farkına varacağımız, insanların düşüncelerinin nereden nereye doğru evrildiğini bir ansiklopedi gibi takip edebileceğimiz yeni bir akım.

 

Platformumuzu tasarlarken 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de Francis Galton tarafından ortaya atılan kitlelerin bilgeliği kavramından ilham aldık. Galton’dan sonra birçok kez test edilen ve tekrar tekrar kanıtlanan kitlelerin bilgeliğini biz de Loop ekibi olarak kameramız, mikrofonumuz ve şemsiyemiz ile beraber İstanbul Kadıköy sokaklarında test etmeye karar verdik.

 

Bir kavanoz içerisine kahve çekirdekleri koyduk ve farklı yaş, cinsiyet ve meslek gruplarından insanlara kahve çekirdeği adet tahminlerini sorduk.

 

Çok eğlenceli ve merak dolu bir gün geçirdik, kitlelerin bilgeliğini birçok kişiyle konuştuk, sorular aldık ve üzerine sohbetler ettik. Günümüzün özetini ve sonuçları bir video haline getirdik.

 

Siz de Google Play Store’dan bizi indirip düşünceleriniz ile yeni nesil sosyal medyanızın keyfini çıkarabilirsiniz. İyi seyirler!

Dünyayı Kurtarmayacak Girişimler Arıyoruz

- IMPACT HUB İSTANBUL ADINA 
  MELİH BOYACI -

Elektrikli arabalar, pandemiden tek çıkış biletimiz olan aşılar, ilaçlar, ve yeniden dışarıya alışmaya çalıştığımız şu günlerde unuttuğumuz yolları yeniden bulmamızı sağlayan telefonlar… Etrafımız, ihtiyaçlarımızı bir zamanlar hayal edilenden çok daha başarılı bir şekilde gideren çözümlerle dolu. Peki bu çözümleri kime borçluyuz? Hakim anlatı, bu sorunun cevabının kahraman girişimciler olduğunu öne sürüyor. Bu yazıda, çalışma alanımız olan girişimcilikle bu sayının teması bilgi ekosistemini bir araya getirerek girişimcilerin “efsanevi” konumlarını test edeceğiz ve anlatıyla olgular arasındaki bağlantıyı sorgulayacağız.

 

“Salonda koltuklar hınca hınç dolu. Herkes az sonra sahneye konacak şovu ilgiyle bekliyor. Az sonra önemli bir şeyin gerçekleşeceğine dair bütün işaretler mevcut. Kalabalık dikkatini sahneye tam olarak vermeden önce kalabalıktan küçük sohbet sesleri yükseliyor. Derken programın az sonra başlayacağına dair son sinyaller veriliyor. Arka planda çalan müziğin sesi salonun ışıklarıyla birlikte yavaş yavaş kısılıyor ve gecenin sunucusu alkışlar eşliğinde sahneye geliyor. Elindeki mikrofona konuşarak kalabalığa az sonra şahit olacaklarının neden çok önemli olduğunu anlatıyor. Sonunda o büyük an geliyor ve gecenin yıldızlarından ilkini sahneye davet ediyor. İlk performans, böyle anlara alışkın olduğunu ifade edercesine sneaker ayakkabılarının üzerine sade bir kot pantolon giymiş, üzerineyse aynı sadelikte bir tişört geçirmiş genç bir adamdan geliyor."

 

Pek çok okuyucu, yukarıda kurguladığım girişin devamında haklı olarak bir konser veya benzer bir sanatsal performansın geleceğini düşünecektir. Ancak, satırlar aslında bir girişimcilik sunumunu anlatıyor.

 

Girişimcilik sunumları ve yeni ürün lansmanları git gide daha fazla sahne şovlarını andırırken, girişimciler de dikkatin odağındaki yıldızların yerini alıyor. Olasılıkla medyadan aşina olduğunuz bu tarz etkinliklerde girişimciler, fikirlerinin neden yatırım yapmaya değer olduğunu ispat etmenin birbirinden yaratıcı ve akılda kalıcı yöntemlerini sergiliyorlar. Bu performans silsilesinin neticesinde kimin performansını başarılı bir şekilde icra ettiği ise edinilen yatırım miktarıyla ölçülebiliyor.

Yıldız Girişimciler

Günümüzde girişimciler yaratıcı fikirleri, sosyal medya kişilikleri ve yer yer tartışmalı yaşantılarıyla gündemimizi epey meşgul ediyorlar. Tesla ve SpaceX kurucusu Elon Musk’ın kripto para tavsiyeleri, Jeff Bezos’un uzay seyahati, Bill Gates’in insani yardım faaliyetleri veya Steve Jobs’un yaşantısından anekdotlar, sosyal medyada ve ana akım medya kanallarında sık sık karşımıza çıkıyor. “Musk’ın başarısını borçlu olduğu 10 alışkanlık”, “Amazon’un büyümesini sağlayan 8 faktör” veya “Zuckerberg’in hep aynı tişörtü giymesinin sebebi” gibi başlıklar, hepimizin bu yıldız girişimciler gibi olmak için uygulamaları gereken reçeteleri sıralıyor (bu yazıyı yazdığım günlerde, TIME yılın kişisi olarak Elon Musk’ı seçti). Girişimcilerin hayatını anlatan kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyorken onlar gibi olmanın yöntemlerini inceleyen içerik üreticileri, inanırsak başarabileceğimize dair inancımızı tazelemek için çabalıyorlar.

 

Hakim anlatı, özel ve yaratıcı girişimcilere yeterli imkan ve para verildiği takdirde her soruna çözüm üretebileceğini ve girişimlerin vergiler veya düzenlemeler gibi engellemelerle karşılaşmadığında dünyayı kurtarabileceğini değişen şekil ve formatlarda karşımıza çıkarıyor. Bu anlayış, yıldız girişimcilerin şahıslarında kişileşerek ete kemiğe bürünüyor ve bireyin (girişimcinin) değişim yaratmada temel aktör olarak tanımlanmasına sebep oluyor. (Belki de yıldız girişimcilerin, süper kahraman filmlerinin ve popülist liderlerin popülaritesinin aynı zamanda artması aynı madalyonun farklı yüzleridir. Bu anlatıyı tersine çeviren “The Boys” dizisi bu açıdan enteresan) 

 

Bir yandan teknoloji geliştiren, öte yandan bunları insanların bayıldığı tasarımlarla buluşturan, bu mükemmel ürün üzerine daha da mükemmel bir finansal yapı inşa eden (milyarlarca dolar kazanan) ve daha da ileri giderek varlıklarını yeni ve daha da iyi fikirler üretmek için kullanan bu girişimcilerin büyük birer yıldıza dönüşmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Erken aşama bir girişimci olarak veya her gün işimize gittiğimiz mütevazı hayatlarımızdan bakınca bu insanların birer süper kahraman olduğunu düşünmek işten bile değil. Nitekim, programlarımızda karşılaştığımız erken aşama girişimci adaylarının (erken aşama bir iş fikrinin olduğu, ancak henüz ürünün ve iş modelinin son haline getirilmediği aşamayı ifade ediyor) önemli bir kısmı da yola bu süper kahramanlardan biri olmanın imkansız olduğu düşüncesiyle çıkıyor.

 

Peki bu süper kahraman girişimciler, gerçekten hikayenin bize anlattığı kişiler mi? Yoksa pelerinlerinin altında sinsi planlarıyla dünyayı ele geçirmek isteyen “kötü adamlar” mı (kahramanların hep adamlar olması da hikayeyle ilgili çok şey anlatmıyor mu)? Cevap, görünenden biraz daha karmaşık.

Kaynaklar

 
Impact Hub İstanbul

Alabildiğini Al, Asla Geri Verme (Jack Sparrow, Karayip Korsanları)

Bir önceki kısımda devletin (yani vatandaş vergilerinin) girişimlerin büyümesinde ve zenginleşmesinde ne kadar hayati bir role sahip olduğundan söz ettim. Bu kısımdaysa kâr odaklı girişimcilerin, beslendikleri sisteme ne kadar katkıda bulunduklarına bakacağız. İş bu konuya geldiğinde, milyarder girişimcilerin tutumlarını Karayip Korsanları filminde Johnny Depp’in canlandırdığı Jack Sparrow’un meşhur sözüyle özetleyebiliriz: Alabildiğini al, asla geri verme!

 

Amerika’da ve tüm dünyada en üst gelir sınıfında yer alan (yıldız girişimler de buradaki yerlerini alıyor) kişiler, vergilerden çeşitli yöntemlerle “kaçınarak” ve vergi oranlarıyla kamu harcamalarının azaltılması için lobi yaparak servetlerini artırırken, bu artışın içinden çok küçük bir kısmı sisteme geri veriyorlar. Örneğin, ProPublica isimli gazetecilik kuruluşunun araştırması, 2014-2018 arasında en zengin 25 Amerikalının, dev servetlerine rağmen kazançlarının %3.4’ünü vergi olarak öderken, ortalama (medyan) Amerikalı bir hanede gelirin %14’ünün vergilere ayrıldığını gösteriyor. Bu durumun doğal bir sonucu olarak dünyanın yoksul yarısı git gide zenginlikten daha düşük bir pay alıyorlar (1820 senesinde aldıklarının yarısı).

 

Hükmümüz!

Eğer hala benimleyseniz, şimdi parçaları bir araya getirelim: Bir tarafta kamu kaynaklarıyla mümkün kılınmış teknolojiler üzerine kariyerlerini ve varlıklarını inşa etmiş olmak, öbür tarafta ise bu kaynakların azalması ve daha az vergi ödemek için verilen insanüstü çaba. Bu iki tutumun aynı kesim tarafından sergileniyor olması şüphesiz ki tutarsız bir durum ve buna karşı durmak için sebebimiz çok. Ancak iki tanesini önceliklendirip alternatifimizi sizinle paylaşabilirim.

 

Daha az araştırma ve yenilik

Azalan vergiler ve lobi faaliyetleri sonucu kamu kaynaklarının azalması, internet, GPS gibi devrimsel teknolojilerin ortaya çıkmasını yavaşlatabilir. Ar-ge içindeki özel sektör payı arttıkça harcamalar daha az riskli ve daha karlı alanlarda yoğunlaşabilir ve bu da refahımızı artıracak teknolojilerden bizi alıkoyabilir (internetsiz yaşadığınızı düşünün!). Yeni teknolojiler, özellikle iklim krizi gibi ortaklaşa mücadele etmek istediğimiz konularda aşama kaydetmemizin önüne geçebilir.

 

Daha fazla eşitsizlik

Benzer şekilde, artan eşitsizlik insanlığın ezici çoğunluğunun eğitime ve bilgiye erişiminin kısıtlanarak yenilikçi teknolojiler veya çözümlerin üretilememesine sebep olabilir. Ayrıca, yine artan yoksulluk, üretilen yeni teknolojilerin yaygınlaşamamasına ve potansiyellerini gerçekleştirememelerine sebep olabilir.

 

Bir Alternatif: Sosyal Girişimcilik

Yazı boyunca değindiğim sebeplerle, kar etmeyi tek hedef olarak benimseyen bir girişimcilik  sadece belli kazananları olan bir yöntem. Bunun yerine içinden çıktığı topluma daha fazla değer sağlayan, finansal performansı araç olarak kullanarak ana odağı  çözdüğü toplumsal problemler olan  bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Özellikle 2008 krizinden bu yana bu ihtiyaca yönelik daha yüksek sesle dile getirilen çözümlerden biri olarak sosyal girişimcilik kavramı benimsenmekte.

 

Sosyal girişimciler, sosyal fayda üretmeyi misyon edinen ve elde ettiği karı yine etki misyonlarına yatıran iş modelleri kuruyorlar. Yani, bir yandan faydalanıcılarına fayda (hizmet, gelir, ayni destek) sağlarken öte yandan geliştirdikleri  iş modeliyle bu faydanın sürdürülebilirliğini sağlamayı amaçlıyorlar.

 

Başarılı sosyal girişimler, yalnızca kâr odaklı girişimler gibi mevcut teknolojileri kullanıcıların ihtiyaç ve isteklerine hitap eden bir tasarımla ve uygun bir gelir modeliyle birleştiriyorlar. Ancak buna ilaveten, sosyal fayda misyonları gereği büyüyüp başarılı olmalarını sağlayan ekosisteme katkı sağlayarak toplumun tüm kesimlerinin üretilen yeniliklerden fayda elde etmelerini sağlıyorlar.

 

Bu saydığım yönleriyle sosyal girişimcilik anlamlı bir değişim vadediyor. Ancak yine de bunun bütün sorunlarımızı çözecek büyülü bir reçete olmadığını, toplumsal sorunları çözmenin sistem seviyesinde değişim gerektirdiğini ve sosyal girişimcilerin bu sistem içinde yaşayan paydaşlardan biri olduğunun altını çizmekte fayda var (Konuyla ilgili Daniela Papi-Thornton tarafından kaleme alınan “Tackling Heropreneurship (Kahraman Girişimciliği Aşmak)” isimli makaleye İngilizce olarak buradan ulaşabilirsiniz).

 

Impact Hub Sosyal Girişimcilik için Ne Yapıyor?

2015 yılından beri İstanbul’da temsil ettiğimiz ve sosyal inovasyon odaklı bireylerin bir arada çalışabilmesi amacıyla 2005 yılında kurulan Impact Hub, sosyal inovasyon alanında çalışanları ve sosyal girişimci adaylarını doğru yöntemler, insanlar ve desteklerle buluşturarak bu tür örneklerin artmasını amaçlıyor. Bu doğrultuda ise girişimcilerin iş ve etki modellerini kurarken doğru adımları atmasını, alandaki profesyonellerin tecrübelerinden faydalanmalarını ve büyüme yolunda ihtiyaçları olan desteklere ulaşmalarına yardımcı oluyor.

 

Impact Hub Istanbul, bilgi ekosistemindeki problemleri çözmeyi amaçlayan girişimlerin yer aldığı Factory programına 2 senedir içerik desteği sunuyor ve programa başvuran girişimlerin işlerini geliştirmelerine destek oluyor. Program boyunca başvurular arasından seçilen katılımcılar, önce bootcamp’i tamamlayarak Factory topluluğuna katılıyorlar ve bunlar arasından kuluçka desteği almaya hak kazananlar, 6 ay boyunca alanında uzman mentorlardan çeşitli konularda destek alıyorlar.

 

Bootcamp süresince içerik üreticisi olarak içinde bulunmaktan gurur duyduğum Factory topluluğunun büyümesini izlemek ve okuduğunuz bu ürünün ortaya çıkması, bana ve sürece dahil olan diğer Impact Hub üyelerine mutluluk veriyor, dünyayı bir avuç süper kahramanın değil, değişim yaratmak için ortak hareket etmenin kurtaracağına inancımızı pekiştiriyor!

 

Not: Yazıdaki rakamlar, kahraman girişimci anlatısında adı geçen kişilerin Amerika’da yoğunlaşması ve yazıda ifade ettiğim noktalara dair sağlıklı veri kaynaklarına ulaşmanın daha kolay olması sebebiyle Amerika’yı baz alıyor.

Atlas silkinirse ne olur?

Yunan mitolojisine göre Atlas, tanrılar tarafından gökyüzünü sırtında taşımakla cezalandırılan bir titan. Ancak gerek orjinal anlatının deforme olması (Atlas’ın gökyüzünü değil dünyayı sırtında taşıdığına dair yaygın kanı) gerekse dünyanın kahrını sırtına alan bir karakterin sembolik gücü sebebiyle Atlas yaygın olarak büyük sorumluluklar alan kişileri ifade ediyor. Örneğin 1957 senesinde yayınlanan Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) isimli distopik romanında Ayn Rand, Atlas’ı kapitalist entelektüellerle (veya konumuzda girişimcilerle) özdeşleştirerek bu kişilerin dünyanın sorumluluğunu üstlendiğini savunuyor.

 

Yukarıda anlattığım gibi girişimciler, hala Ayn Rand’ın anlatısındaki konumlarını yer yer sallantıda olsa da koruyorlar. Peki gerçekte bu yaratıcılar dünyanın kahrını sırtına yüklenen birer Atlas mı, yoksa bu tabir biraz abartılı mı?

 

Bu sorunun cevabını vermek için İtalyan-Amerikalı ekonomist Mariana Mazzucato’ya kulak vermekte fayda var. Mazzucato, “Girişimci Devlet: Kamu Sektörü-Özel Sektör Karşıtlığı Masalının Çürütülmesi” kitabında girişimcilerin yalnız kahramanlar olduğu mitine karşı çıkıyor. Bunu yaparken, özel sektörün riskli olduğu için yatırım yapmayacağı, sonuçları belirsiz ancak önemli yatırımların ezici çoğunlukla devlet tarafından fonlandığını anlatıyor. Bugün sıklıkla tamamen girişimcilere atfettiğimiz ürünlerin varlığını devlet tarafından fonlanmış araştırma faaliyetlerine borçlu olduklarını ifade eden Mazzucato, özel sektörün ar-ge faaliyetlerinde mevcut teknolojilerin patentlenebilir adaptasyonlarına odaklandığını (uygulamalı araştırma/applied research), buna karşın daha riskli ve büyük atılımlara gebe araştırmaların (temel araştırma/basic research) ağırlıklı olarak devlet tarafından, yani vatandaş vergileriyle fonlandığını söylüyor. Kitaptan bir örnek vermek gerekirse, 1993-2004 yılları arasında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanan yeni ilaçları inceleyen Mazzucato, bu ilaçlar arasından “yeni moleküler madde”, yani daha önce FDA tarafından onaylanmamış yeni ilaç kategorisine girenlerin %75’inin devlet tarafından fonlanmış araştırmaların sonucu olduğunu gösteriyor (Bu yazıyı yazarken daha yakın tarihteki tablonun ne olduğuna baktığımda, Kongre Bütçe Ofisi’nin 2021 tarihli raporunda, 2010-2016 yılları arasında FDA tarafından onaylanan ilaçların tamamının devlet tarafından fonlanmış araştırmaların üzerine inşa edildiği bilgisiyle karşılaştım).

Yine kitapta yer alan akıllı telefon (iPhone) örneğiyle bu kısmımızı sonlandıralım. Mazzucato, kitabında akıllı telefonları akıllı yapan teknolojilerin (internet, dokunmatik ekran, GPS, sesli komut sistemi gibi) tamamının doğrudan devlet tarafından yürütülen veya devletin finanse ettiği araştırmalardan çıktığını gösteriyor.

 

Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, özel sektör çoğunlukla devlet gerekli altyapıyı oluşturduğunda ve zarar riski azaldığında devreye giriyor. Sonuçların belli olmadığı, riskli, bir o kadar gelecek vadeden araştırmalarda ise çekingen davranıyor.

 

Bütün bunlar elbette ki iPhone’u veya kullandığımız ilaçları üretmenin kolay olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, temel araştırma buluntularını tüketici ihtiyaçlarına göre tasarlamak veya bir araya getirmek oldukça etkileyici bir kapasite gerektiriyor. Bu çabalara liderlik eden, yukarıda bazılarını andığımız insanların da ürünlerin oluşturulması ve bu ürünlerin üzerine sürdürülebilir bir gelir modeli inşa edilmesi süreçlerinde sergilediği olağanüstü performansın da kesinlikle göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bununla beraber, ana akım girişimcilerin ve CEOların, katkılarına nazaran biraz fazla krediye sahip olduklarının da altını çizmemiz gerekiyor.

ALT-SEKME
#6 bilgi_kapak_alt sekme.jpg

21. Yüzyılda Hayatta Kalmaya Çalışırken, Besteciliği Sürdürülebilir Hale Getirme Çabası Üzerine

- ZEYNEP OKTAR -

Bu yazı, tamamen subjektif bir yazıdır. Bireysel deneyimlerim üzerinden düşünüp vardığım süreçler, sonuçlar ve iç buhranlar ile bir tümevarıma bağlamaya çalışacağım.

 

Besteci olmak, çoğunlukla yalnızlık ile bağdaştırılan ve romantize edilen bir meslektir (tabii bu yüzyılda, özellikle Türkiye’de buna meslek diyebilirsek). Bunun tersini savunmuyorum, fakat durumun o kadar siyah-beyaz olmadığını da belirtmem lazım. Bestecilik tabii ki de kendinizle, yani egonuzla, bilgi birikiminizle, şu ana kadar hayatınıza giren çıkan her şeyin sizde bıraktığı etkiyi üstünde taşımakla kalmayıp, bunların hepsini bir “içe dönüm” yaşayarak, kendinizi bir sürece sokmaya çalışıyorsunuz. Bu tabii ki sadece bir yol. Besteciliğe daha teknik yaklaşan insanlar da var. Ben kendimi ikisinin arasında bir yerde konumlandırmaya çalışıyorum. Öte yandan da bu “içe dönümün” tamamen mümkün olmadığını düşünüyorum. Bakkaldan ekmek almaya çıkmak, bir telefona cevap vermek ya da gündelik yaşamda başımıza gelebilecek herhangi bir şeyden bile etkilenebilecek bir sürecin, tamamen soyutlanmaktan uzak bir yerde olduğunu düşünüyorum. Etrafımdaki ve uzağımdaki birçok besteciye baktığımda, kendim de dahil, beste yapabilmek için müzikle ilgili başka meslek dallarından geçimini kazanıp, yazdığı eserin çalınması için dövizlerce para harcayıp, sonunda bir tek yapmak istediği şeyi yapmanın mutluluğunu hissedebilmek için bir sürü süreçlere giriyor. Frank Zappa bile daha “pop” olarak adlandırdığı işlerini, çağdaş eserlerinin devamını sağlamak için bir ekmek kapısı olarak görüyorsa, bu formül uzun zamandır etrafta demektir.

 

21. yüzyılda konservatuarlar Romantik dönem öncesini korumaya çalışırken, fonlar enstrümanistlere, maaşlar devlet orkestralarına giderken, bestecilerin tutunacak tek yerleri kalıyor: Yarışmalar. Bunu üzülerek söylüyorum ki, yarışma ile hayatta kalmaya çalışmak kadar verimsiz bir formül yoktur. Sadece besteci iseniz, ya zanaatınızı başkalarına anlatacağınız akademik alanlarda, ya da yarışmalarda geçirirsiniz hayatınızı. Akademide eğitimcilik, dışarıdan bakınca sürdürülebilirliği 10 veya 20 yıldan fazla olmayan bir seçim gibi geliyor. Yine de yarışmalardan kazanç sağlamaya çalışmaktan daha iyi bir seçenek. Zaten eğer bu yüzyılda bestecilik yapıyorsanız, düşünmeniz gereken başka faktörler de var. Bireysel olarak benim aklıma gelen sorular “Bir eser yazarsam, kim çalacak? Eserimi kim yönetecek? Bu müzisyenleri nereden bulacağım? Komisyon almadan bu eseri yazmaya değer mi? Sürdürülebilirliğini nasıl sağlayacağım?” gibi sorular oluyor. Yakın zamanda çok değerli bir arkadaşımın, benimle paylaştığı bir siteyi inceledim. İsmi “musical chairs”.

 

https://www.musicalchairs.info/

 

Bu site, dünyada var olan yarışmaların, iş ilanlarının, performans işlerinin bir kısmının yayınlandığı bir site. Bu sitede, sadece “çember orkestrası” bölümüne baktığımızda, şu anda bu yazıyı yazdığım dönemde 20 tane yarışma olduğu görüyoruz. İstatistiksel olarak, bir bestecinin bu yarışmaların hepsine katılması için, katılım ücreti ödemesi gerekiyor. 20’sinin hepsinin katılım ücreti aldığını ve bu katılım ücretinin 50 euro olduğunu varsayarsak, toplamda 1000 euro’ya denk geliyor. Zaten baştan bir adım geriden, eseri yazmaya oldukça uzun vakit harcamış ve sürdürülebilirliğini sağlayamamış bir konumdan başlanıyor. Zaten hepsine başvurmak pek mümkün değil. Ama varsayımsal olarak durum bu.

 

Yazım sürecine biraz değinecek olursam, geçtiğimiz ay bir orkestra için yazdığım eseri yazarken nasıl hissettiğim hakkında birkaç noktaya değinmek istiyorum. Bir esere başlamak, eseri yazmaktan daha zor. Kalemi elinize alıp, o ilk notayı yazdığınızdan itibaren, bir şekilde belirli bir rahatlığa varıyorsunuz aslında. Ama o noktaya gelene kadar, bir pre-kompozisyonel plan, yani neyin nerede ne zaman nasıl olacağına dair bir skeç, her zaman iyi bir harita oluyor. Belirli bir süreden sonra, o planı bırakmayı da öğrenmek sürecin bir parçası, yazdığınız şeylerden nefret etmek de, sevmek de, uzaklaşmak da, yakınlaşmak da… Daha önce bahsettiğim yalnızlığa öykünmenin, çok sağlıklı bir şey olmadığını gösteren bir şey de, etrafınızda, siz pes etmeye ve uzaklaşmaya başladığınızda, sizin ellerinizden tutup, sizi güçlendirecek arkadaşlıkların değeri. Bir bestecinin kesinlikle hayatında fikir danıştığı, ya bir mentoru ya da fikirlerine güvendiği arkadaşları olması, bence çok önemli bir faktör. Müzik sosyal bir konsepttir. Müzik, sosyalleşmeden var olamaz.

 

Sonuç olarak, bu yazı karamsar duyuluyor olabilir. Ama “keşke bunu biri bana söyleseydi” dediğim bazı fikirlerimi paylaştım. Bununla beraber, Türkiye’de 21. yüzyılda bestecilik yapıyor olan ve değer görmesini istediğim bestecilerden kısa bir seçki hazırladım. Umarım beğenirsiniz.

Zeynep Oktar
by BAY R.

Lore Bilgisi

- by BAY R. -

Bu yazı SPOILER içermektedir!

kral katili güncesi.jpg

Merhabalar.

 

Çok uzun bir süredir bu sayıda ne yazacağım hakkında düşünüyordum. Çoğunlukla bilgisayarın başına oturana kadar ne yazacağına dair hiç plan yapmayan biri olarak, bu sayının “bilgi” olarak belirlenmiş temasının benim yazım için de rehber olabileceğini düşündüm. Bildiğiniz gibi tecrübe ederek edinilen bilgi, felsefi bilgi, bilimsel bilgi gibi birden fazla bilgi türünden bahsedebiliriz. Ben tüm bunlardan farklı olarak bu yazımda “lore” olarak adlandırılan bilgiden bahsedeceğim.

 

Öncelikle lore nedir onu açıklayayım. Lore, bilgi anlamına gelen bir İngilizce sözcüktür, hatta halk biliminin diğer adı folklorün hecesi İngilizcede halk anlamına gelen folk’tan birebir alınmış, lor hecesi de lore kelimesinin sonundaki e’nin düşürülmesi ile oluşturulmuştur. Ama bizim bugün hakkında konuşacağımız lore, fantastik bir kitap, film ya da oyunun evreni hakkındaki her şey anlamına gelen lore. 

 

Eğer bir örnek ile anlatacak olursam, Frodo’nun ve Bilbo’nun maceraları, seriye ismini veren yüzüklerin dövülmesi, Gollum’un ve Hurin oğlu Turin’in öyküsü ve Kralın Dönüşü kitabının sonuda Aragorn’un geçmişi hakkında anlatılanların hepsi, daha bir ton bilgiyle beraber Yüzüklerin Efendisi Lore’unu oluşturur.

 

Bir de lore hakimi olmak vardır. Lore hakimi olmak demek, o eserin lore’u hakkında oldukça fazla bilgiye sahip olmak demektir ve eğer fantastik eserlerden alabileceğimiz maksimum zevki almak istiyorsak da, Lore hakimi olmak önemlidir. Örneğin, Buz ve Ateşin Şarkısı serisini ele alalım. Daenerys Targaryen’in ejderhalarının doğduğu bölüm, yaklaşık yüzyıldır ejderhaların doğmadığını ve evrende artık büyü diye bir şeyin olmadığının kabul edildiğini  bilmeyen biri için çok da etkili değildir. Oysa lore’a hakim biri sürekli farklı karakterlerin düşünceleri ya da sözleri ile artık ejderhaların kalmadığının üzerinin çizilmesi sebebiyle kitapta üç ejderhanın ilk kez göründüğü anı okuduğunda oldukça şaşırması işten bile değildir.

 

Yine bir okuyucunun, Locke Lamora serisindeki ana karakterimiz Locke Lamora’nın aslında kendini bedeninden koparıp başka bir bedenin içinde, anılarını unutmuş halde yaşamaya başlamış bir bağlıbüyücü olduğunu ve aslında içinde olduğu bedenin ölü birine ait olduğunu anladığı an buna iyi bir örnek olabilir. Bu an, bağlıbüyücü Şahinci’nin Locke’un arkadaşları Calo ile Galdo’nun ve çırağı Böcek’in ölümünde parmağı olduğu için karakterimizin yaklaşık iki buçuk yıl boyunca bağlıbüyücülere bilendiğini bilmeyenleri pek de etkilemez. Ama lore’a hakim insanları, Locke’un nefret ettiği grubun bir üyesi olduğunu öğrenmek, fazlasıyla etkiler ve şaşırtır.

 

Eğer filmlerden örnek vermem gerekirse de Star Wars serisinin Anakin üçlemesinin son filmi Sith’in İntikamından, şansölye Palpatine’in Darth Sidious olduğunun ortaya çıktığı sahneyi örnek gösterebilirim. Sadece üçüncü filmi izleyen bir insan kendisinin film boyunca sergilediği şüpheli tavırlarından onun güvenilmeyecek biri olduğunu anlayabilir ama her ne kadar aynı hareketler Lore hakimlerini de film boyunca işkillendirse de, onlar Palpatine’in Darth Sidious olduğunu öğrendikleri anda sadece o filmi izleyenlerden daha fazla şaşırırlar.

 

Uzun lafın kısası, eğer fantastik bir yapım izleyecek yada okuyacaksanız, seyir ya da okuma zevkinizin daha fazla olmasını sağlamak için yapımın Lore’una hakim olmak size en iyi deneyimi sunacaktır.

 

Sonraki sayımızda görüşmek üzere, hoşçakalın.

Yayın Kurulu Öneriyor

Yayın Kurulu Öneriyor:

- SEKME EKİBİ -

yeşim: 

Diğer yetişkin animasyonlara benzediği ya da hiç benzemediği için hem sevilen hem de sevilmeyen Netflix orijinal serisi Inside Job, sosyal medyada vakit geçirmeye alternatif bir gerçeklik sunuyor. Dünyayı “cübbeliler” ve onların şirketi Cognito, Inc. yönetiyor ve siz, “oh, be” deyip her gün karşımıza çıkan, klişeleşmiş komplo teorilerinin “gerçek” olduğunu görüp rahatlıyorsunuz. İkinci sezonu hala duyurulmamış olsa da Netflix’in 20 bölüm sipariş ettiği bilgisi üzerinden yeni sezonun bu yıl gösterime gireceği tahmin ediliyor.

merve: 

Tek bir kişinin araştırıp yazdığı, çoğunlukla kendi çektiği video ve fotoğrafları kullanarak yarattığı tarih belgeselleri bir sürü bilinen belgesel kanalı ya da büyük prodüksiyonlardan bilgi yönünde nasıl daha dolu dolu olur bilmiyorum ama tarih meraklısı olanlar için History Time harika bir YouTube kanalı. Tarih Öncesi Çağlar’dan Orta Çağ’a, Selçuklular’dan Norslar’a farklı dönem ve kültürleri inceleyen belgeseller, detaylı bilgi sunarken süssüz bir yandan da izlerken/dinlerken uyutmayacak bir üslupla hazılanmış.

doğukan

amerikan bağımsız sineması'nın son dönemde çıkardığı en sağlam filmlerden biri, yönetmen edson oda'nın ilk filmi "nine days". film, mesleği dünyaya hangi ruhun gönderileceğine karar vermek olan will'in hikayesini anlatıyor. küçücük film bize "hayat nedir? nasıl anlam buluruz? iyi olmak nedir?" gibi büyük soruları sorduruyor.

 

amerikalı çizer alison bechdel'in otobiyografik çizgi romanı "cenaze evi, şenlik evi" çizerin çocukluktan itibaren kendi cinselliğinin keşfini, kişiliğini sorgulamasını ve bunlar devam ederken de babasıyla ve onun cinsel kimliğiyle olan kompleks ilişkisini anlatıyor.

yeliz: 

Pandemi koşulları daha fazla izin verdiği için bazı eski rutinlerime geri dönebildiğim bu günlerde tekrar tiyatroya gitmek başka bir nefes alma alanım oldu. Ne kadar eksikliğini hissettiğimi de ancak bu gitmelerle anlayabildim sanırım.
 

Bahçe Galata’yı da böylece ilk defa ziyaret etme şansı yakaladım. Eylül 2019’da Tansu Biçer, Tülin Özen ve Saim Güveloğlu tarafından kurulan Bahçe Galata’da iki oyun izleme imkanım oldu. Hem çok uzun süre sonra ilk defa galata civarında vakit geçirdim hem “Yok Olma Çağı” ve “Nora 2” oyunlarını bu mekanın atmosferinde izlemiş oldum. Oyunlar da başlı başına mekanın kendisi de ziyaret etmelik!

Buradan takip edebilirsiniz: https://www.instagram.com/bahcegalata/

bottom of page