Bir Yıl,
Onlarca Sekme!
- YEŞİM ÖZŞEN ŞAYAN -
Sekme Yayın Kurulu Adına
Ve Sekme Dergi 1 yaşında! Bu 1 yılına ise 6 birbirinden kıymetli sayı, onlarca içerik, onlarca soru, belki birkaç cevap ve umuyoruz ki bilgisayarlarımıza onlarca yeni sekme sığdırdı. Tüm bu süreçte, hem Sekme’nin hem de tüm bu içeriklerin izler-dinler kitle ile buluşabilme hayalinde yer alan herkese koca bir teşekkür ve affınıza sığınarak koca bir alkış.
Sekme Dergi’yi hayal etmeye başladığımızdan beri dergide kişilerin yanı sıra ekip, topluluklarla da bir araya gelmeyi istedik. İlk sayıdan bu yana içeriklerimizde, 5. sayımızda dosya editörümüz ile topluluklarla bir araya gelme fırsatı yakaladık. Şimdi 6. sayımızın tema içerikleri ise toplulukların bir araya gelmesiyle oluştu. Bilgi ve medya ekosisteminde farklı alanlardaki sorunlara yenilikçi çözümler geliştiren toplulukları bir araya getiren
Factory, bu sayıda “bilgi” kavramını merkeze alarak, topluluğundaki topluluklar ile sorunları, alternatif çözüm önerilerini irdeledi. İnsanlık olarak “bilgi” kavramı ile bitmek bilmeyen sorunlarımız belki yakın gelecekte de ortadan kalkmayacak ancak bu, sorunları konuşmamıza ve çözümler geliştirmemize engel değil. Birbirinden farklı toplulukların bu sorunlar için çözüm arzuları ve bir araya gelişi bile gelecek için umutlu olmamıza yeterli bir sebep. Cevaplardan çok soru ve sorunlarla ayrılacağımız, Alt-Sekme içerikleri ile zihnimizdeki bu karışıklıktan kısa bir süre uzaklaşacağımız yeni bir Sekme’ye hoş geldiniz!
Bu sayıyı ortak sorunlar etrafında bir araya gelmiş; bilgi ekosistemine dair benzer hayalleri ve müşterek dertleri olan bir topluluk hazırladı. Temayı “bilgi” olarak belirledik, çünkü ortak uğraşımız, derdimiz bu. Onunla karşılaşma deneyimini hepimiz için iyileştirmek istiyoruz, bizi bir araya getiren de bu iradenin kendiydi.
Bilgiyle ilişkimizi etkileyen, belirleyen çokça şey var. Bilginin hangi tarihsel koşullarda, neden ve nasıl üretildiği, niteliği, nasıl artiküle edildiği, hangi araçla veya nasıl bir ortamda aktarıldığı, bilgiyle karşılaşma anımızda onu nasıl kavradığımız ve o kavrayışla nasıl eylemlilikte bulunduğumuz… Bu aşamaların her birinde farklı türden sorunlar, onları besleyen kök sebepler var.
“Bilinç sahibi” bir türüz; ancak bu bilgiyle ilişkimizin harika olduğu anlamına gelmiyor. Yukarıdaki etmenlerin hemen tümünde sık sık türlü aksaklıklar ya da “bozukluklar” yaşanıyor. Bu sorunları bugünden yarına çözemeyeceğimizi, dahası çözmeye çalışırken hesaba katmadığımız şeylerin ortaya çıkabileceğini, yolda yeniden ve yeniden öğrenmek, denemek zorunda kalacağımızı öngörmek zor olmasa gerek. Bir "hayal dünyasında” yaşamamakla birlikte, sorunlar ne kadar karmaşık, çözemeyecekmişiz kadar büyük görünse de, istediğimiz dünyayı kurmaya yeltenme cesaretini kıymetli buluyorum.
Bu sayıda topluluk olarak bilgi dünyasına dair dertleri anlatmak, olası çözümleri, ihtimalleri kendi perspektiflerimizden göstermek istedik. Sayının ilk bölümünde daha ziyade sorunlar, ikinci bölümde ise olası çözümlerin izlerini bulacaksınız.
Sorunlar var oldukça onları dile getirenler, çözümün talipleri de olacaktır diye düşünüyorum, dahası buna inanıyorum.
Sonuna kadar gittiğinizde, daha umutlu bir halin imkanına da.
Selin
Editörden
- FACTORY ADINA SELİN YILDIZ -
- FİKRİTAKİP ADINA
NİDA DİNÇTÜRK VE TANSEL ERDEM YILMAZ -
Birçok tanımla tarif edebildiğimiz “bilgi” kavramı aynı zamanda birçok ögeyle var olur. Bütünsellik, bu anlamda bilgi edinme sürecinde oldukça kıymetlidir. Birikimlerle, araştırmalarla edinilen bilgiyi bir zincir gibi düşünürsek, bu zincirden bir ya da birkaç halkanın eksilmesi hikayenin tamamını değiştirebilir, bilgiyi manipüle edebilir, gerçekleri saptırabilir. Bu yüzden sansür, tek boyutlu bir müdahale değildir. Sadece ortadan kaldırılan bilgiye değil, o bilginin parçası olduğu hikayenin tamamına zarar verir.
Fikri takip, habercilik süreçlerinden biri olarak tanımlansa da aslında her türlü bilgi için bütünsellik, haliyle fikri takip, önemlidir. “Hikayedeki boşluklar bize ne anlatır?” adını verdiğimiz bu podcast’te gazetecilikteki fikri takip sürecinden ilham alarak sizin için bir tür deneyim hazırladık. Bir hikayede sizin yokluğunu belki de hiç hissedemeyeceğiniz boşluklar; aslında size ne anlatır ve hikayeyi nasıl dönüştürür, anlamanıza yardımcı olmak istiyoruz. “Hikayedeki boşluklar bize ne anlatır?” ile sizi bir tür bilgi “edinememe” deneyimine davet ediyoruz.
Hikayedeki Boşluklar Bize Ne Anlatır?
“Düşünüyorum,
O Halde Neden
Yok Oluşun
Eşiğindeyim?’’
- İKLİM GAZETESİ ADINA
MERVE KARA KAŞKA -
-Hayır iklim krizi Sanayi Devrimi ile başlamadı.
-Evet sera gazlarının atmosferde birikmeye başlaması açısından Sanayi Devrimi önemli bir kırılımdı ama Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi için olgunlaşmış düşünceler ve hayaller gerekliydi.
Bu yüzden iklim krizinden bahsederken; Descartes’ın insan ve doğa arasında kalın bir sınır çektiği, düşünceyi varlığın temeline oturtup insan dışı tüm varlıkları nesneleştirdiği dualist felsefesi gibi felsefi kırılımlardan da bahsetmemiz gerekiyor.
Merak etmeyin bu yazı bu kırılımları tartışmıyor.
Biz bu tartışmaları iklim gazetesi’nin tohumlarına gizledik. Toprağın altında kök salmaya devam ediyorlar. Nazik dallarına ve yapraklarına rengini ve şeklini veriyorlar.
Çünkü Sanayi Devrimi günümüzde türlü metaforlarla hala devam ediyor. Sanayiyi içselleştirip doğayı dışsallaştıran söylem bombardımanıyla günlerimiz hatta yıllarımız geçiyor.
Bu gazetecilik başarısızlığı, kamuoyunda korkunç bir bilgisizliğe yol açıyor ve bu da politikacıların ve şirketlerin bu dışsallaştırmayı sürdürerek eylemden kaçınmasını meşrulaştırıyor.
Bunun bir sonucu olarak da iklim aciliyetinin rengi, sarıdan kırmızıya dönüyor.
Ekonomi alarm veriyor, balıklar alarm veriyor, altyapı alarm veriyor, ormanlar alarm veriyor, yerlerinden edilen yaşamlar alarm veriyor.
Doğru bilgiye ulaşmak için önce tüm bu sesleri anlamlandırmamız gerekiyor.
Bunu yaparken de önce doğayı dışsallaştıran seslerin ağırlığını dengelememiz gerekiyor. Çünkü bu söylemler de "nötr" değiller, bilakis yaşama karşı önyargılarla dolular.
İklim gazetesi; iklim krizini derinleştiren bu söylemleri, insanı tepeye oturtan hiyerarşik anlayışı sorunsallaştıran kişi, fikir, oluşum, akım, sanat eseri, iş ve diğer şeyleri konu alıyor.
Bunlara çözüm hikayeleri diyoruz.
Gazetecilik de alarm veriyor.
Tüm bu bilgi kaosu içinde iklim krizinin aciliyetini yansıtacak doğru, veriye dayalı, anlaşılır, zamanı yavaşlatabilen ve sürdürülebilir bir yayıncılık anlayışı geliştiriyoruz.
Ama bir gazete olarak bizim de sınırlarımız var. Çünkü gazeteler gerçekleri yayımlarlar. İşe daha iyi bir yaşam hayali kurarak başlasak da, hayallerimiz okurlarımızla düzenli paylaştığımız şeyler arasında değil.
Hayallerini ifade etmek konusunda bizden daha özgür olduğunu bildiğimiz kişilerse sanatçılar.
Bu yüzden kadrajımızı özünde benzer soruları sorduğumuz Avustralyalı bir sanatçı olan Madeleine Kelly’ye çeviriyoruz.
Kelly ile insan merkezli perspektifin dilde sebep olduğu adaletsizliklerle mücadele eden bir grupta, kuşlar ve dil tartışmalarına öncülük etmesiyle tanıştık.
Daha önce 2018 İstanbul Bienali’ne katıldığını da öğrendik.
Kelly ile insan ve insan dışı yaşamın ilişkisini yeniden düşünmek üzere bir röportaj yaptık:
Madeleine Kelly: ‘Resimler insan dışı varlıkların haklarını ön plana çıkarabilir’
İnsanlığın insan dışı yaşamla ilişkisine odaklanan bir sanatçı olarak; insanlığın, insan dışı yaşamla ilgili insan merkezli bilgisi sorununa nasıl yaklaşıyorsunuz?
İnsan dışı yaşam bir gizem olabilir, ancak tüm dil ve bilginin başladığı yer doğadır. Kültürde olduğu gibi doğada da bir değiş tokuş olur ve anlam kurulur.
Örneğin, insanın kuşların dilini okuma, kuşları kendi dilleri olarak bilme arzusu, dilsel benzerliklerimizden doğmuş olabilir: Kuş sesleri ve insan sesleri havada ve karada hareket eder; yer, gök ve aradaki her şeye aracılık eder ve onlar tarafından aracılık edilirler.
Sanat, insan dışı yaşam hakkında bildiklerimiz ve bilmediklerimiz arasındaki kesişimleri iletmek için iyi bir yerde duruyor.
Rock Poem (2013) ve Lie in Wait (2020) gibi bazı çalışmalarınız dillerin materyalitesi sorununu kavramsallaştırmamıza yardımcı oluyor. Bu soruyu, özellikle de insanlığın doğayla olan ilişkisi bağlamında nasıl ele alıyorsunuz?
“Rock Poem”, kelimeleri taş ortamında somutlaştırarak bilgi, dil ve malzemenin karşılıklı ilişkisini öneriyor. Metaforik sürüklenme ve yansımanın (onomotofeya) yanı sıra bilginin yaratılması ve yok edilmesini öneriyorlar.
Proje, taşlar için sahil taraması yapıldığında başladı, sadece belirgin bir kuvars çizgisine sahip olanlar seçildi. Taşın biçimiyle birleşen bu “çizgi yasası”, sembolik göndermeleri -kelimeleri ve onların parçalarını- kavramak için kullanıldı.
İçerikleri ve süreçleri bir tür sabotajdı. Kırma işlemi sırasında yanlış yazılmış kelimeler ortaya çıktı ve beklenmedik parçalarla birleşerek yeni anlamlar önerdiler.
Resimlerim de bir yaratım ve yıkım döngüsü içinde bir araya geliyor. Bu canlılık, resmin öz-eyleminin mecazı. Nasıl ki “Rock Poem” bir “maddi düşünce” biçimiyse, “canlı madde”ye içkin bekleyen bir biçim vardır.
“Lie in Wait” adlı resmimin başlığı, tüm görüntülerin bulunmayı beklediği fikrini önermek içindi. Esere ismini veren 1807 yılına ait aşk romanı “Seçmeli Yakınlıklar”da şair-bilim insanı Goethe; malzemelerin çekerek, ele geçirerek, yok ederek, yutarak, tüketerek nasıl birbirini aradığını ve ortaya çıkardığını ele alıyor.
Sanatçılar ve eserler arasındaki yapısal bağlantı, yeni organizasyon kalıpları, radikal ilişki setleri ve gezegene bakmak için yeni lensler üretebilen bir poiesis* yaratır.
“Animizm”e yönelik modernist yaklaşımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hareketli bir nesne fikri, canlı eser fikriyle yakından bağlantılıdır. Animasyonlu nesneleri mizahi buluyorum, ancak canlılık - sanat eserlerinin yaratıcı sürecin bir sonucu olarak bir etkinliğin izleriyle nasıl yüklü olduğu - çok daha ilginç. Bir işaretin veya fırça darbesinin bir tür enerji depoladığı fikri büyüleyici.
Böcekler, türler arasında farklı bir hiyerarşi tahayyülüne olanak sağlayan kolaylaştırıcılar olarak bazı çalışmalarınızın en önemli unsurları arasında. Bu konuda böceklere odaklanmanın nasıl ve neden önemli olduğuna biraz ışık tutabilir misiniz?
Böcekler mimesis ve taklit arasındaki çağrışımları içerir. Kamufle edilmiş böcek bedenlerinin rengi ve yapısı ile tarihi resimler ağında görüntülenen resimler arasında bir sinerji var. Her ikisi de bir tür koruyucu öz-göndergecilik kullanır - resim, diğer tablolara atıfta bulunarak meşhur “sonuna” direnir ve böcekler vücutlarını çevrelerine uyacak şekilde değiştirir ve hayati yeni düzenler olarak sunar.
Kamuflajın kompozisyon etkisi, hem böceklerin hem de resmin duyusal dünyalarına olan saygımızı canlandırıyor.
Böcek resimleri, insanlarla insan olmayanlar arasında hiyerarşik olmayan yeni ilişkileri hayal etmek için güçlü metaforlardır.
“Exodus” (2013) adlı çalışmamda, yaygın olarak peygamber devesi olarak bilinen dev bir su perisi Pseudomantis albofimbriata, ruhani pembe ışıkla yıkanmış bir evin kapısına çömelir.
Bu rahatsız edici senaryoda peygamber devesi, kamuflaj olmadan evi işgal ederek önemli bir çatlak sunuyor - belki de resmin üzerinde oturan ve sahte bir gerçekliği düşündüren bir trompe l’oeile** görüntüsüdür.
Çalışma, Diego Velazquez'in “Las Meninas” (1656) tablosundaki figürlerden birini öne çıkararak Foucault'nun Şeylerin Düzeni'ne gönderme yapıyor. Foucault için “Las Meninas”, düzenin istikrarsızlığını, egemen öznenin sonunu ve temsilin temsilini simgeleyen bir tablodur.
“Exodus”ta, insanın hazır olduğu kapı, gökyüzünde yüzen bir tür mezar taşının içine gömülüdür. Foucault'ya göre, bir resmin yüzeyi “şekiller ve kelimeler taşıyan pürüzsüz bir taştan başka bir şey değildir: Altında hiçbir şey yoktur. Bu bir mezar taşıdır”.
Bu, bir resmin içsel bir anlamı olmadığını söylemek değil, anlamının kendi dışında, yaratıldığı ve kaydedildiği çevre sistemlerde yattığı anlamına gelir.
Resimler, farklı öznel dünyalarda var olan insan dışı varlıkların haklarını ön plana çıkarabilir.